Doç. Dr. İhsan S. Yılmaz’ın yazısı:
Açılımlar ve mehteran takımı
2009 yazıyla birlikte hükümet yeni yeni açılımların rüzgârına yelken açtı. Ön koşulsuz olarak sahaya indiğini, piyasadan görüşleri toplayıp, değerlendireceğini ifade etti. Sürecin ismi konuldu ve koordinasyonuna soğukkanlı tavırlarıyla ve itidalli yaklaşımlarıyla tanıdığımız Sayın Bakan Beşir Atalay hocamız belirlendi. İsabetli bir seçim…
Böylece peş peşe randevu trafiği, görüşmeler, müzakereler ısınmaya başladı. Süreç başlayalı yaklaşık iki ay gibi kayda değer bir süre geride kaldı. Bu süreçte neler yaşandı? Doğal olarak ikili görüşmeler. Kimlerle? Bazen akademisyenlerle, bazen sivil toplum örgütleriyle, konuyu hâlihazırda fırsat buldukça lehine çevirmeye çalışan siyasilerle. Sayın Bakan görüş ve öneriler hususunda verileri toplama gayretinde. Konunun işletilmesinden rahatsız olan muhataplar ne durumda? Ateş püsküren yanardağ… Çünkü siyasal malzeme olarak kullandıkları bir kozu kaybetme riskiyle karşı karşıyalar. İşte tam bu minvalde ortam geriliyor. Üslup belden aşağıya, seviye eksiye iniyor.
Aslında mesuliyet duygusunda çözülmesi gereken bir problem var ortada. Ama bu hassasiyeti gösterecek siyasi irade gerekiyor. Ne konuyu gündeme getiren irade ne de ilgili muhataplar gereken hassasiyeti taşıma gayretindeler. Kısaca her seferinde benlik savaşına dönüşmesine ramak kalıyor.
Köşe yazarları ve konuyu şimdiye dek kullanan ilgili siyasi parti artık sürecin geriye işleyemeyeceğini vurguluyor. Beyler, artık cin şişeden çıktı ve sizden üç önemli dileğinizi soruyor. Bu dilekte cine neler sunulabilir? Birincisi; bu sorunu çözme iradesi, ikincisi; birbirimizi anlama feraseti, üçüncüsü; kardeşçe yaşama nezaketi. Aslında pek de zor olan şeyler değil, ama ölçü kaçırılmış. Dün Çanakkale’de, Kıbrıs’ta omuz omuza çarpışan unsurlar bugün siyasi rantiyecilerin oyununa gelmiş. Muhalefetin tamamı samimi olarak bu sorunun çözülmesine taraftar değiller. Oysa sorun herkesin sorunu. Düşünsenize böyle yersiz bir sorun olmasaydı veya hâlihazırda çözülebilse, kim tutar bizleri? Hangi güce boyun eğer, hangi Avrupa’nın limanına sığınma ihtiyacı duyarız?
Hükümet birkaç kapıda açılım sergiledi. Şimdi bunların içinin doldurulması ve arkasında durulması gerekiyor. Mehteran takımını taklit etmek bu açılımların sonucunu akim bırakabilir. Hükümet ve ilgili bakanlık bu irade kararlılığında, muhataplarının mızımasına ve rant kaygılarına meydan vermeden süreci işletmelidir.
Peki, neler yapılabilir? Öncelikle sorunun kaynakları belirlenmelidir. Bunlar zaten bilinen şeyler. İsterseniz birlikte sıralayalım. Temelde öne sürülen kimlik sorunumu aşılmalı. Örnekleri var; Belçika’daki Valonlar ve Flemenler, Amerika’daki renkli unsurlar. Parçalanma mı? Asla. Bunu zaten kimse isteyemez ki. Kime yarar?
Bölgenin dil sorunu, eğitim sorunu, istihdam sorunu, moral sorunu. Resmi dil korunmak şartıyla eğitimde yerel dili kullanmanın kime ne zararı olabilir ki? İşte Mardin Artuklu Üniversitesi kolları sıvadı, YÖK de gereken oluru verecek. Kıyamet mi kopacak?
Hatırlanırsa, Özal’ın iktidarda olduğu yıllarda yöresel dilde kasetler yasaktı. Yasağa rağmen tablalarda seslendirmek adeta zevk veriyordu. Yasak kalktı ne oldu? TRT’nin yöresel dilde yayın açılımı kayda değer bir gelişme. Siz ilgiyi müspet yayıncılığa dönüştürmezseniz menfi düşünenler o boşluğu pekâlâ doldurur. Bölgede yetişmiş donanımlı mümtaz şahsiyetler var. Sırf dili yüzünden sesini kitlelere ulaştıramıyor. Anadilde eğitim olsa bu durum bir kazanım olmaz mı? Yine yöreye yapılacak isabetli yatırımlar ve bunların teşvik edilmesi. Bugün biliyoruz ki, yöreden gelişmiş pek çok zengin işadamı var. Birincil olarak bu işadamlarının buralara yatırım yapması özendirilebilir. Ardından diğer işadamları yönlendirilebilir. Sermaye riski sevmez, o halde yatırım yapanların her yönüyle himaye edilmesi gerekir. Bugün çalışacak bir işi, evine götürecek bir aşı, huzurunu paylaşacak bir eşi olan bir insanın kurulu düzenini bırakıp, oyuna gelip, dağdan dağa her gün endişeyle yaşamayı tercih etmesi mümkün mü? Elbette değil.
Nasıl ki, gelişmiş ve gelişmeye aday şehirlerin durumuna göre yatırımcıların teşviki farklıdır. Bugün İskenderun bölgesi sanayide gelişmiş liman bölgesi olduğundan teşvike gerek kalmadan yatırımcılar üşüşüyor. Diğer yandan Osmaniye Organize Sanayisi teşvikle birlikte mantar gibi fabrikaların kurulmasına sahne oluyor.
Önemli bir yaklaşım da bedavacılık mantığından arındırılmalı. Çalışma, alın terine saygılı, üreten, kendi kazancını tüketen, vergisini ödeyen birey alışkanlığı kazandırılması gerekiyor. Siyasal iktidarların sıkıştıkça bu yola başvurduğunu herkes bilmektedir.
Moral dünyasının yükseltilmesi de çok önemli. Bu konuda ciddi adımlar atılmalı. Yöre adeta sürgün bölgesi imajından arındırılmalı. Yöreye nitelikli, birikimli yöneticiler, eğitimciler ve din adamlara atanmalıdır. Atanan her görevli adaleti esas almalıdır. Bu konuda geçmişte ciddi hatalar yapılmış. Hala yaraları kapanmayan uygulamalar yaşanmış. Bu durum korkulmadan irkilmeden detaylı gözden geçirilmeli. Devletin şefkat eli dönemin mağdurlarına samimi olarak ulaşmalı.
Önemli sorunlardan birisi de feodalite unsuru. Hala aşiretin hükmünün geçerli olduğu ve töre adına binbir türlü yanlış uygulamaların yaşandığı yerler var. Esasından yozlaşan töre unsuru cehalete bezenip katmerleşiyor. Bunların da gerek yerel, gerekse merkezi yönetimle bir an önce aşılması gerekiyor.
Görüldüğü gibi çok ta zor şeyler değil. Bizde bunları aşacak birikimler ve dinamikler var. Osmanlının maneviyat eksenine dayalı çok unsurlu yaşam tarzını unutmadık sanırım.