Acısıyla tatlısıyla bayram anıları

Selim GÜNDÜZALP 111

İçim içime sığmıyor bayram günleri ve bayram arefelerinde. Yeniden çocuk oluyorum çocuklarla beraber. Hediyelik ne alınsa, onlardan çok ben seviniyorum. Ramazan Bayramını hasretle anarken bir bayram daha geldi. Hem de ne geliş... Sonsuz bir sevinç ve sonsuz bir sevgiyle yüklü olarak. Evet, Kurban günleri çok bereketlidir. Geceleri de öyledir… Kur’ân’da, Fecr Sûresi’nin hemen başında üzerine yemin edilen o mübarek geceler vardır içinde. O gecelerde ise, nice aflar, nice kurtuluşlar gizli.

Bu geceleri unutmayalım, gönlümüzden hiç çıkarmayalım.

Gönlümden çıkmaz hiç kurban günleri… Arefe Gününü oruçlu geçirmeye alıştırıldık. Hacılarımız, “Hacı” olmak şerefini yaşıyorlar Arafat’ta. Hacıların duâya açılan elleriyle beraber olmak, doya doya yalvarmak, yakarmak ne büyük bir saadet. Bizler buradan, onlar oradan, o büyük af kapısını duâlarla çalıyoruz. Rabbimize temiz dillerle duâlar etmek ve o duâların kabul olduğuna gönülden inanmak bambaşka bir duygu. Ne teslimiyet bu ve ne aydınlık dakikalar… Ve ne incelen ruhlar, hepsi o mübarek günlerin içinde saklı.

Ağa Camii’nin imamı rahmetli Halit Hocamız vardı. Kur'ân hocamızdı. O nur yüzlü çehresi ile bana Hz. Peygamber’i (asm) hatırlatırdı hep. Ne edepli, ne güleç yüzlü bir insandı o. Bayram namazında hutbesi; “Kıvrım kıvrım yollardan hacılar, şimdi kervanlar hâlinde, akın akın o mukaddes topraklara vardılar” diye başlardı… “Küskünler barışmalı, akrabalar, komşular ziyaret edilmeli” diye biterdi. Namaz çıkışında ise, herkes bu emre uyardı. Cami avlusu birbirini sevgiyle kucaklayan neşeli yüzlerle dolardı.

Bayram sabahının heyecanı zaten bir başkadır. Yeni elbiseler, ayakkabılar... Mezarlık ziyareti ve okunan Yasin’ler, duâlar. Ne bereketli dakikalar… Bir iki saatin içine neler sığar, inanın akıllar almaz.

Babaannemin vefatı da böyle bir bayram gününe denk gelmişti. Acısıyla tatlısıyla saymakla bitmez Kurban Bayramı anılarımız. Hatırladıkça buruk sevinçler de yaşarım... Sevdiklerimizi ve geçmişlerimizi rahmetle anarım.
...

Son günlerde bir unutulmaz hatıra daha katıldı bunların arasına.

Sevgili Ramazan Avcı kardeşim anlattı. Mahallelerinde fakir ve alkolik bir komşuları varmış. Kurban Bayramının ikinci günü de olsa aklına gelmiş Ramazan kardeşin, “Şerif Amcaya, şu pişmiş kurban etinden bir parça götüreyim” demiş. Bazıları itiraz etmişler. “Yahu, mübarek kurban etini adama meze mi yapacaksın?..” diye çıkışmışlar. Aldırmamış Ramazan kardeş. “Olsun, o da bir Allah’ın kulu, komşuluk hakkı var, ben görevimi yaparım, gerisine karışmam” demiş.

Bir tabak dolusu pişmiş eti alıp, evinin yolunu tutmuş Şerif Amcanın. Kimseciği de yokmuş adamcağızın. Olanlar da zaten terk edip gitmişler. Emekli maaşı ile bir başına yaşıyormuş. Kimseye zararı yok ama, kendine de yararı olmayan sessiz bir insanmış işte.

Gerisini Ramazan kardeşten dinleyelim:

“Kapıyı çalar çalmaz hemen açtı Şerif Amca, önce selâmlaştık, sonra buyur etti. ‘Bayramlaşmaya geldim, biraz da kurban etinden getirdiydim...’ Şerif Amca, benzi sararmış, bîtap bir haldeydi. Bir bana, bir elimdekine baktı. Tabağı elimden kapmasıyla, bir çırpıda silip süpürmesi bir oldu. Şaştım kaldım. Şaşkınlığımı fark edince; ‘İki gündür ağzıma bir damla olsun içki koymadım evlât’ dedi. ‘Mübarek günlerdir, belki komşular kurban etinden getirir de yerim diye iki gündür bir damla içki içmedim, bir lokma bir şey de yemedim. Allah için kesilen mübarek hayvanın etini murdar etmemek için ağzımı kirletmedim, içmedim. Ama senden başka da gelen olmadı.’”

Şerif Amca, ağır ağır konuşurken bir yandan da elinin tersiyle yanaklarından dudaklarına doğru kayan gözyaşlarını silmeye çalışıyormuş. Ramazan kardeşimizin de onu dinlerken gözleri bulutlanmış. Doğrusu ben de bir tuhaf oldum bu hatırayı duyduğumda. Suizan ne kadar kötü bir şey. Kim bilir ne günahlar işleniyor bu yüzden? İnsanların iç dünyalarını, niyetlerini sezmek, bilmek ne mümkün? Ama suçlamak ne kadar da kolay. Herkes hakkında, elden geldiğince hüsnüzan etmek dinimizin bir emri ve gereği değil mi?

Bediüzzaman Hazretleri de "Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur. maddezedeler" der. (Mesnevî)

Sayısız Kurban Bayramı hatıralarımın arasına son günlerde bu da eklenmiş oldu. Rabbim ön yargılı davranışlardan hepimizi muhafaza eylesin. Âmin.
...

Bayram günleri, hâli vakti yerinde olanlarımız çevrelerindeki perişan giyimli, fakirane yaşayışlı komşularını iyi tesbit etmeli, onların geçim sıkıntısı içinde duydukları üzüntü ve kederlerini bir dereceye kadar hafifletip, giyim ve kuşamlarına ve hatta yiyeceklerine kadar yardımdan geri kalmamalıdırlar. Yoksul komşulara yardım, hem komşuluk hakkıdır, hem de Allah’ın bize verdiği nimetlerin şükrünü yerine getirme görevidir.

Geçmiş bayramlardan bir kardeşlik örneği sunalım. Bakalım kardeşlik ve vefakârlık onlarda nasılmış görelim?

Hicrî 130’da doğmuş olan Tarihçi Vakıdî diyor ki: “İki arkadaşım vardı, ikisiyle de canciğer dosttum. Kendi aramızda bütün dertlerimize deva olmaya çalışırdık.

“Bir ara bayram yaklaştı, ben şiddetli geçim sıkıntısı çekmekteydim. Herkes çocukları için renkli elbiseler almış, evleri için birçok eşya düzmüştü. Bizim evde ise ne bir bayramlık eşya, ne de çocuklar için alabildiğim yeni bir elbise vardı.

“Eşim bu hâle son derece üzüldü ve bana, arkadaşlarımdan yardım istememi söyledi. Ben de, ‘İyi dost böyle günde belli olur,’ düşüncesiyle bir mektup yazarak arkadaşımın birinden bana yardım etmesini istedim. Fakat bu arkadaşımın da benden fazla bir varlığı olmadığını biliyordum.

“Kısa bir müddet sonra gönderdiğim mektubun karşılığı geldi. İçinde ‘bin dirhem’ bulunan bir kese göndermişti arkadaşım. Keseyi aldığım zaman sevincimden ne yapacağımı şaşırdım. Bu para benim bütün ihtiyaçlarımı karşılayacaktı. Fakat sevincimin beni coşturduğu o anda, bir mektup sıkıştırdılar elime. Açıp baktığımda diğer arkadaşım acıklı bir mektup yazmış, çocuklarına bayramlık bir şey alamadıklarını ifadeyle konu komşuya bakarak ağlayan yavruları için elbise parası istiyordu.

“Tuttum, arkadaşımdan gelen içi para dolu keseyi, ağzını bile açmadan bu arkadaşıma gönderdim. Ve durumu da aileme anlattım. Bereket versin hanımım benden daha anlayışlı idi. Bu yüzden keseyi gönderdiğimi söyleyince sevindi.

“Aradan çok geçmedi, kendisinden para istediğim ilk arkadaşım, elinde bana gönderdiği kese olduğu halde nefes nefese kapıdan içeri girdi ve ilk sözü:

“‘Allah için doğru söyle, sana gönderdiğim keseyi ne yaptın?’ demek oldu. Ben de ‘Keseyi aldığımda öteki arkadaşımın perişan olduğunu öğrendim, ona gönderdim,’ dedim. Meğer o da elinde olanı bana gönderdikten sonra o arkadaşımızdan yardım istemiş, böylece bana gönderdiği ilk kese o arkadaşımdan yine kendisine geçmiş, kesenin ağzının bile açılmamış olduğunu görünce işin iç yüzünü anlamak için koşup gelmiş.

“Bizim birbirimize yaptığımız bu fedakârlıkları duyan Halife Memun bizleri huzuruna çağırdı, duyduğu haberin doğru olup olmadığını sordu. Biz de doğru olduğunu söyledik. Bunun üzerine üçümüze de ayrı ayrı ‘ikişer bin’ dirhem para verdikten sonra hanımım için de ‘yüz dirhem’ ihsanda bulundu. Bizim bu fedakârlığımız bir bayram gününde böylece tatlı bir neticeye bağlandı.”
...

“Vefeyâtü’l-Ayân”da geçen bu olay, hepimiz için büyük ibretler taşımaktadır.

Sevgili dostlar; verdiklerimiz bizim. İyilikte yarışmak, yakışıyor mü’minlere. Hz. Peygamber (asm) bir Kurban Bayramı sabahında erkenden önüne konulan etten, “Daha ümmetimden kimse henüz yememiş, tatmamıştır” diye bir lokma dahi almamış. Bu kadar bizi düşünen Sevgili Peygamberimize (asm) sonsuza kadar salâtü selâm olsun. Rabbim, Kurban Bayramını hakkıyla edâ eden kullarından eylesin. Etti, deriydi derken, kurbanın maddî tarafıyla uğraşırken Rabbim, mânâsını idrakten uzak eylemesin. Mukaddes topraklardaki kardeşlerimizin haclarını Rabbim kabul eylesin. Onları da, bizleri de, şu mübarek günlerde anamızdan doğduğumuz günkü gibi günahlardan arındırsın; tertemiz etsin. Duâmız, niyazımız bu.
...

Saadet asrından bir hatıra şöyle:
Bir Kurban Bayramında, Hz. Ayşe validemiz Efendimiz’e (asm):
“Kestiğimiz kurbanın üçte ikisini komşularımıza ve muhtaçlara dağıttım,” diyordu. “Üçte biri ise bize kaldı.”

Peygamberimiz, bu hareketin sevabını müjdeleyen mübarek sözleriyle:
“Esasında üçte ikisi bize kalmış,” buyurdular. Yani verdiğimiz bize kalıyor, bizim oluyor.
...

Bol salâvatlı ve bol ihlâslı, bol tekbirli ve bol tefekkürlü bayramlar ve arefeler İnşaallah.
 
Yeni Asya

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.