"Ben, benlikten çıkmışım meğer. Bir insan bu haldeyse eğer, ben insan değilmişim meğer. Giysi dolabım kıyafetlerle doluyken, ben benliğime gömülmüşüm meğer. Oysaki bu dünyadan giderken ebedi aleme sadece kefenim saracak beni..Tabii Allah c.c. bana kefen nasip ederse...
İsraflarımın hepsi için affola... Aslında bu zamana kadar ben kendimden başkasını düşünmemişim meğer..."
Hayatın içinden yemeyi ve içmeyi çıkarınca nasıl da her şey duruyor. Oruç tuttuğumuz günlerimizi hatırlayalım; akşam olmasını dört gözle bekliyoruz. Yiyip, içince nasıl da ruh halimiz değişiyor. Sanki dünyalar bizim oluyor. Bir anda gözlerimiz açılıyor ve hayata bakışımız değişiyor. Ve o anda “Allah’ım, kimseyi açlıkla ve susuzlukla terbiye etme” duasına sarılıyoruz.
Çünkü o an bu duyguyu yakinen hissettiğimizden dolayı karşımızdakileri de daha iyi anlayabiliyoruz. Allah’ın c.c. her yıl ramazan orucunu farz kılmasındaki hikmetin bundan ileri geldiğini düşünüyorum.
Ne büyük bir ubudiyet var o zamanda. Kalplerimiz ne kadar safileşiyor, içimizden iyilik yapma duygusu nasıl da fışkırıyor. Açlık hissini daha çok hissettiğimizden ruh halimiz nasıl da bir su gibi akıp gidiyor. Birden nasıl da melekleşiyoruz.İşte o zaman insanlığın ne demek olduğunu anlıyor ve insanlara insan gibi davranmanın mükemmelliğini yakalıyoruz.
Hiçbir vakit açlık çekmeyen insanlar nasıldır peki? O insanlardan da aynı hassasiyeti bekleyebilir miyiz? Onlar aç olanın ızdırabını anlayabilirler mi? Kuru bir ekmeğin değerini,hatta küf tutmuş bir ekmeğe aç olan bir insanın halini tok insanlar anlayabilir mi?
Bu sorunun cevabı nasıl verilebilir ki! Bir yanda çöpe yemek döken insan güruhu, diğer tarafta açlıktan bedeni yere düşmüş bir dilim ekmeğe muhtaç “insanlığın ayıbını yüzümüze vuran, konuşmadan seslerini duyurmak için haykıran bedenler .”
Gördüğümüzü sandığımız kör gözlerimize kendilerini göstermeye çalışan sadece et parçası olarak yerde yatan kardeşlerimiz; “Bizler buradayız! Bizler buradayız!”derken, yemek programları düzenleyen bizler bunların hesabını verebilecek kadar da zengin miyiz?
Kazandıkça kaybederken ve bunu fark etmezken; “Acaba bu ay arabamın modelini mi değiştirsem” diye hayatı kendisine zindan yapanlar, giysi dolaplarında giysileri için yer bulunmazken;“Bu akşam ki davette de giyecek hiçbir şeyim yok” diyerek ağlama krizlerine girenler, acaba; “Bizlerde buradayız!” diyen insanları duyabiliyorlar mı? Yoksa böyle insanlar; “Onlara söylesen de işitmezler” ayetinin anlattığı kişiler midir?
Hayatta bu manzarayı gördükçe hüznüm çoğalırken, aynı hayatın içinde israfları ve adaletsizce yaşamları izlerken nutkum tutuluyor ve kalbim yanarken gözlerimin dermanı kalmaz hale geliyor.
Tekrar tekrar silkeleniyorum. Kendime dönüyorum, hayatımı baştan sona gözden geçiriyorum. Bana ihsan edilen nimetleri “benlik duygusu” içinde mi tüketiyorum, yoksa ihsan edilen nimetleri paylaşarak çoğalmasına vesile mi oluyorum.
Tekrar tekrar dönüp bakıyorum kendi hayatıma kanaat ederek paylaştıkça hayatın daha da güzel olduğunu görüyorum. Gücümün yettiğince ve elimde olanı paylaştıkça “insanlığın arşının” yolunu tutuyorum. Gözlerimle görmenin ötesinde, kalbimle görmeye başlıyorum.
Zaman çok geç değil. Bir annenin, açlıktan çocuğunun ölümünü öylece beklemesinin acısını defalarca görmek zorunda değiliz. Veya o acıyıbaşımıza gelmeden tecrübe etmeden de öğrenebiliriz. Çünkü orada bizler de olabilir, aynı sınava bizlerde tabii tutulabiliriz. Gerçekleri görebiliyorsak şu an bizlerinde bu sınava tabii tutulduğunu biliyoruz demektir. Bir taraf yardım alan diğeriyse yardım eden taraftır.
Zaman çok geç değil. İnsan hayatta bir takım elbise ile de yaşayabilir; günde bir tabak yemek yiyerek de. Ama insan “paylaşmadan, kardeşlerinin dertlerine ilaç olmadan, üzüntülerini gidermeden, evinin kapılarını, en önemlisi de kalbinin kapılarını açmadan yaşayamaz...”
Zaman çok geç değil. Birlik, beraberlik ve paylaşma zamanıdır.
Paylaştıkça çoğalan anları hep birlikte yaşayalım.
Açlıktan yere düşen bedenin elinden tutulduğunda, o bedeni taşıyan kişilerin yüzündeki tebessüm anlarını hep birlikte yaşayalım.
“Allah’ım! Sen ki her şeyi gören, bilen ve duyansın. Gücümün yettiği kadar ki yardımları sen kabul buyur. Sen ki gerçek zengin olansın. Kalplerimizdeki paylaşma duygusunu çoğalt, yaptığımız iyilikleri sen kabul et.”
Amin.amin.amin.