Kur’anın, dört maksadından birisi adalettir. Âdil ismi, Yaratıcı kudretin isimlerinin en büyükleri arasında yer alır. Her şeyin hakkını verme anlamında adalet, olmazsa olmaz bir değerin adıdır.
“Zerre kadar iyiliği, zerre kadar kötülüğü karşılıksız” bırakmayan İlahi irade karşısında adalet, herkesin ettiğini bulduğu bir mizandır.
Sadece “mülk”değil, kevni alemde de her şey “adalet” üzerinde durur.
Yaşadığımız olağanüstü süreçte, en çok “mülk’ün” yani devletin adaletini konuşuyor ve tartışıyoruz.
Adalet algısında, artı ve eksileriyle “herkes ayinesinin müşahedatına” tabi görünüyor. Adalet penceresinden bakıldığında, kimine göre aydınlıkta, kimine göre oldukça karanlıktayız.
Gerçek şu ki, iki bakış açısı adına söylenebilecek belirtiler var. Bu yüzden yönetim, “hata varsa, düzeltiriz” kapısını hep açık tutuyor. Yeterli etkinlik ve derinlikte olmasa da, bu sözünün gereğini, kendi adına yapmaya çalışıyor.
Yönetimin adalete araladığı bu kapıyı, bağcıyı dövmekten ziyade, üzüm yemek için yoklamak, daha gerçekçi yaklaşım olsa gerektir.
Güvenlik kaygılarını adaletin önüne geçiren bir tutum, kendi eliyle haklı şikayetlere yol açar. Halbuki adaleti öncelemek, hem hukuka, hem de onu uygulayanlara güven ve itibar kazandırır.
Yargı, adalet öncelikli bir mecrada durmayı bilmelidir.
Bir dava dosyası, tutuklu yargılamayı zorunlu kıldığı durumda, kimse tutuksuz yargılama isteyemez ve bekleyemez. Adalet isteğinde samimi isek, bu katı hukuk gerçeğini gözardı edemeyiz. Ne var ki, yargının önüne gelmiş olaylarda, adaleti gözetmek kadar, ihlal riskleri de görülebiliyor. Adalet üzerine tartışmalar, genelde buradan kaynaklanıyor.
Bazı FETÖ iddianamelerinde, bir kısım şüphelinin, 15 Temmuz gecesi, örgütün tayin ettiği bölgelerde, darbeyi, Bylock proramından sevk ve idare ettiği görülüyor. Darbeci askerlere yol açmak, karşı çıkan emniyet güçlerini engellemek için elinden geleni yapmış. Bazıları ise, Bylocku, genelde sıradan bir haberleşme aracı olarak kullanmış. Bu iki durum, hukuki sorumlulukta eşit görülemez. Buradaki iki şüpheliye, ceza tayininde nasıl farklı müeyyide gerekiyorsa, tutukluluk halinde de farklı davranmak gerekecektir.
Bylockcu şüpheli, darbenin örgüt yapısında eylemli bir organizatör değilse, tutuksuz yargılama sağlanmalıdır. Bu yapılmazsa, “suçun şahsiliği” ilkesi büyük yara alır. Zira, suç konusu olayla ilgisi olmayan ve hatta, aynı çatı altında suç örgütüne karşı olan aile fertleri, birisinin hatasıyla hak etmediği, maddi ve manevi sıkıntıları yaşar. Ceza yargısı, bu durumları göz önünde tutmak durumundadır.
Suç niteliğindeki farklılıkları fazla dikkate almadan tutuklamayı tedbiri uygulamak, sosyal ve ailevi sonuçları bakımından oldukça sakıncalıdır. Suça uygun ceza ilkesi, adaletin gereği olarak, her şeye rağmen uygulama alanı bulabilmelidir.
Yargının öncelikli işi, 15 Temmuz darbe teşebbüsünde, milletin silahıyla cinayet işleyenleri süratle yargılamaktır. Yürütme organının bile yargıdan beklentisi budur. İnsanları, iddianame düzenlemeden aylarca tutuklamak, FETÖ yargısının, hukuk tanımaz, hak saygısından mahrum özelliği idi. Adalete olan inancı ve güveni tahrip etmişti. Yargıda bunu örnekleyen bir tutum, vicdanları rahatsız eder. Kaldı ki, Nebevi bir ihtarla, ”Karıncaya dahi eza etmeyiniz” diyerek hakkı koruyan, adaleti gözeten bir inancın mensuplarıyız.
"Cemiyetin selameti için fertler feda edilir, ferdin hukuku nazara alınmaz” ilkesi, Batı hukukunun, kamu güvenliği gerekçesiyle adaleti ihmal için ürettiği bir hukuk sapmasıdır. Hukuku çiğneme ve zulmü meşrulaştırma anlayışıdır. Bu uygulamanın, bizim hak ve hukuk saygımızda yeri yoktur ve olmamak gerekir.
Adalet ihtiyacından bahsetmek, fail ile fiil arasındaki müeyyidede ölçü ve orantıyı kurabilme becerisidir. İnancımızın bize yüklediği “adaleti koruyup gözetmek” yükümlülüğünü, hukuk pratiği de bizden bekliyor.