(Anadolu Ağabeyleri, Mehmet Kayalar Paneli tebliğidir)
Kuvvet ve müsbet hareket:
Bediüzzaman'ın müsbet hareket yaklaşımının önemli muhataplarından biri olan Mehmet Kayalar: "Hakkı kabul imanın şiarı, hakkı red dalaletin alametidir" der.
Hakkı gösteren kuvvettir. Bu yüzden kuvvet hakta olmalıdır. Hakkın elindeki kuvvet emniyeti ve adaleti tesis eder.
Kuvvet, zayıfları korkutan birşeydir; zayıflar kuvvetin önüne geçemezler; arkadan gelirler.. kuvvetliler öne geçer, yol açarlar. Adaletin elindeki kuvvet ancak alçakları (ya da münafıkları) kendine düşman yapar.
Güçlü, cesaretli ve cesametli insanlar hak ve hakikatle birleşince tamamlanırlar. Mükemmel dengeyi bulurlar. Tarihle sabittir; adalet bu insanların ellerinde yükselmiştir.
Kuvvetli müslüman zayıf müslümandan daha hayırlıdır...
İmam-ı Ali'nin cesareti, cesameti ve kuvveti ile ilmi birleşerek adalet-i mahzayı hem güç, hem de ilim bağlamında İslam'ın dört temel esasından 'adalet'in bayrağı olarak yükseltmiştir.
Hakikat-i mahza içindeki ilim ile adalet-i mahzayı, kuvvet vasıtasıyla bağlanmıştır; böylece kuvvet ile ilim ve adalet birleştirilmiştir. Adalet ile hakikatin çelikleşmesi sağlanmıştır.
"Adâlet; îmânın başıdır, ihsânın birleştiği noktadır ve îmânın en yüksek mertebesidir" der Hz. Ali (R.A.)
***
Bediüzzaman'ın 'müsbet hareket'i, İmam-ı Ali'den ders aldığı hakikat-i mahza ile birlikte adalet-i mahza yaklaşımını ifade eder. Bunun önemli bir unsuru olarak kuvvetli, cesaretli ve cesametli talebeler gerektirecektir.
Mehmet Kayalar "Aç canavarların dolaştığı sahrada koyun olunmaz, aslan olmak lazımdır" diyerek kuvvete dikkat çeker. " Mü'mini fütur ve korkaklığa sevk eden tedbir kahrolsun" sözü O'nun adalet anlayışını açıklar.
Bu kuvvet, O'na göre: "mü'minlere rahmettir, münafıklara zahmettir".
Bediüzzaman, içlerinde Kayalar'ın da bulunduğu, talebelerine verdiği son dersinde: “Aziz kardeşlerim! Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. ...Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir. ...Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak hâricî tecavüze karşı istimal edilebilir. ...Bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhafazaya çalışmışım.” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s. 873) diye tavsiyede bulunmuştur.
Bediüzzaman, Mehmet Kayalar’a hitaben şöyle buyurmuştur :
Kardeşim Mehmed! Nur’un Kuvveti Şarktadır, Nur’un Kuvveti Diyarbakır’dadır, Nurun Kuvveti Sendedir !
Mehmet Kayalar dirayeti, kaynağını, Bediüzzaman'ın: "cumhur-u bürhandan ziyade mehazdeki kudsiyet imtisale sevkeder" sözüyle açıklamak da mümkündür.
Bu yüzden, Şarkın emniyet ve asayişinin sağlanmasında Mehmet Kayalar'ın dirayeti ile birlikte müsbet hareket anlayışındaki hizmetleri de unutulmayacaktır.
Kayalar savunmaları:
Bediüzzaman'ın: "Bu müdafaanın ehemmiyetle neşri lazımdır. Alem-i İslâm ondan çok istifade edecektir" dediği Mehmet Kayalar'ın Diyarbakır Ağır Ceza'da yaptığı müdafaa mükemmel bir mantık kurgusu ile müthiş bir dava savunmasıdır. Risale-i Nur nedir, Bediüzzaman kimdiri tam yerinde açıklamıştır. Kayalar'ın kuvveti: Bediüzzaman'ın "hakiki imanı elde adam kainata meydan okuyabilir" in bir tefsiri olduğu da buradan okunabilecektir.
Kayalar, savunmasında, üç temel yaklaşımı ortaya koyuyor:
1. İddianamede «dinin vicdanî ve batini mes'ele» olduğu ifadesine karşı çıkarak, "din; gizli, gözden saklı açılmaz bir kutu içinde müşahede edilmez bir şey gibi" zikredilmesini bariz bir hata olarak görüyor. "Aksine olarak din; zahirdir, aşikârdır, bir içtimaiyat dinidir, medeniyyet dinidir" diyerek, savunmasında bunu ispatlıyor.
2. İddianamedeki aleyhlerindeki suçlamalar karşısında, tam yerinde bir Bediüzzaman, Risale-i Nur ve Nur talebesi tanımı yapıyor.
Bediüzzamanı tanımlaması: "Bedîüzzaman, ulûm-u fünunun uçsuz bucaksız vadilerinde sergerdan olan erbab-ı ilme, maksad ve gayelerine ulaşmak için; bir düstur-u küllî, delil-i aklî, mizan-ı ilmî, ve şuur-u ulvîdir.."
Buna göre Risale-i Nur: "Peygamber-i Zîşan efendimiz bütün beşeriyete tebliğ ettiği ahkâm-i İlâhinin mecmuası olan Kur'an-ı Hakimin pek ulvî bir tefsiri olarak hakaik-ı Kur'an-ı, şu asırda beşeriyetin terakki ve tekâmülâtına en uygun bir tarzda, asrın ve ensâl-i âtiyenin fehm-ü idrakine hitap ederek ulûm-u fenniye ile ulûm-u İslâmiye ve îmaniyeyi mezc eden Risale-i Nur yüzotuz küsur cildden ibaret pek müstesna bir eser-i mübarek ve bir tefsir-i Kur'andır."
Nur talebesi demek ise: " Kur'an'ın (bu) tefsirini okuyanlara, Risale-i Nur şakirdi denir. Tıpkı İbn-i Sinanın şakirtleri, Aristonun şakirtleri, Mesnevinin Şakirtleri, İmam-ı A'zamın şakirtleri denildiği gibi; İmam-ı A'zamın şakirtleri nasıl İslâmiyet ve Kur'an hizmetinde, İmam-ı A'zamın isir ve eserleri üzerinde sa'y etmişler, onun gibi Risale-i Nur şakirtlerinin de ahirete müteallik hizmet-i dinîyeleri odur."
3. "Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak için dinî takyidattan kurtulmak lazım geldiği" şeklindeki iddialar (aynı zamanda devletin resmi propagandası!) Mehmet Kayalar'ın savunmasında, kırk civarındaki dönemin Avrupalı düşünür, yazar ve devlet adamlarının bizzat ifadeleriyle çürütülecektir.
Örneğin:
HİNDİSTANIN MİLLÎ RÜESASINDAN «SAROCNİ NEYDO» NAMINDAKİ BÜYÜK KADIN LONDRADAKİ «VO-KİNG» CAMİİ VE İSLÂM MECMUASININ 1920 SENESİNİN KANUNİ SÂNİ SAYISINDA NEŞRETTİĞİ NUTUKDA ŞÖYLE DİYOR:
«Müslümanlık, fazileti en samimî hararetle telkin ediyor. İnsanlığa hizmet, müslümanlığın şiarı ve medar-ı iftiharıdır. Bundan dolayıdır ki Müslümanlık cihan şümul uhuvvet esaslarını talim ve muhafaza etmiştir. İnsanlık bu esası kabul ve onunla âmil olduğu zaman mes'ud olacaktır.
MUSEVİ ÂLİMLERİNDEN ve MUHAKKİKLERDEN EMA-NOİL DÜEŞ, İNGİLTERENİN «KUVARTERLİ REVYO» MECMUASININ 254 üncü SAYISINDA İSLÂMİYYET BAŞLIĞI İLE YAZDIĞI MAKALEDE DİYOR Kİ:
Kur'anla Müslümanlar Avrupaya hâkim olarak girmişlerdir. Finikeliler Avrupaya tüccar, yahudiler Avrupaya mülteci veya esir olarak girdikleri halde Müslümanlar Avrupaya hakim olarak girmişler ve bu Müslümanlar, Kur'anın yardımiyle Avrupaya irfan meş'alesini taşımışlardı. Filhakika Müslümanlar garplılara ve şarklılara felsefe, tıb heyet, şiir öğretmişler. Yunanın ölü dimağına ve ölü irfanına hayat vermişler, bütün dünyayı cehalet karanlıkları ihata etmişken her tarafa Nur ifaza eylemişler ve bu itibarla bu insanlar ulum-u cedîdenin temellerini atmışlardı. »
Batı Kuranın aklından ve İslamın getirdiği ahlaktan, Efendimiz'in (asm) sözünün haşmetinden bahsederken; Endülüs'ü, Buharayı, Bağdat'ı referans verir, Fatih'i överken; Kanuni'nin, Selahaddin Eyyubi'nin ihtişamından büyülenirken, iddianamede sözedildiği şekliyle, Müslümanların bunlardan bihaber olmasını istemek...
Mehmet Kayalar bu savunmasıyla onları açık düşürmüştür.
Bediüzzaman, bu kafayı, aslında tâ Meşrutiyet döneminde şu şekilde deşifre etmiştir: " Müteassıblara hücum eden Avrupa'nın kâselisleri (çanak tutucuları) her biri, yüz müteassıb kadar meslek-i sakiminde müteassıbtır. Bunlardan birisi Şekspir methinde ettiği ifradı, şayet bir hoca, o ifratı Şeyh Geylâni (ks) medhinde etseydi tekfir olunacaktı. Heyhat! Bunların neresinde millete muhabbet ve millet için hamiyet?".
Diğer taraftan, Mehmet Kayalar'ın savunmasında alıntıladığı Batılı meşhurların sözlerinden de anlaşılıyor ki, Müslümanları sömürmek için gelen Batılılar, onların sadece maddiyatlarını değil, dinlerini de istifadeye medar görmüşlerdir. Bugün medeniyetin ve insan haklarının geldiği seviyeyi bu istifadeye borçlu olduklarını kendileri bilmektedirler.
Batıya yürüyüşünü durduran İslam ordusu geri çekilince, kader, Batıyı bir şekilde Doğuya getirerek nurunu tamamlayacaktı. Müslümanlar için acılı bir yüzyıl da olsa bu durum hatalarının neticesi ve mükafaatların da mukaddemesi oldu.
Demekki, İslam sadece Müslümanlar arasında değil bütün dünya için barışın ve medeniyetin ortak paydasıdır. Bunun karşısında Batı islamofobiadan, müslümanlar da karşılığı menfi hareketlerden vazgeçerek müspet hareket paydasında birleşebileceklerdir.
Mehmet Kayalar, Nur'un muallimi olarak, Diyarbakır Ağırceza'da yaptığı savunmasıyla küresel ölçekte bugüne uzanan büyük dersleri bu şekilde vermiştir.
***
Platon'un, hocası Sokrates'in savunmasını yazması gibi, Mehmet Kayalar'ın 27 Mayıs sonrası Malatya Ağır Ceza'ya verdiği müdafaa da dünya ölçeğinde tarihî bir değerdedir.
Bu savunma "Kur'an nedir?" in müthiş bir izahıdır; 'riyazi bir ispat' dediği matematiksel ispatın şaheser bir örneğidir.
'Kibre karşı izzeti göstermek sadakadır' hükmünü zamanın 'cehl-i mürekkep' içindeki felsefeci ve üniversite hocalarına, müsbet hareket yaklaşımını gösterir şekilde, Kur'an ilmindeki derinliğini, derinleştikçe ifadelerin zaman ve mekan kayıtlarından sıyrıldığını, Kur'an harflerinden tarih ilmine açılarak, 'gayb aşina bir nazar'la ilimlerdeki incelikleri bulmakta, hakikatin bilgisine ulaşmaktaki kolaylığını, Risalelerin temel mantık zeminine vukufiyetini göstermiş; ifadenin gücünün, dilin inceliklerinin, şiirin etkileyici coğrafyasında çiçek açtığı büyük bir zekayı, Bediüzzaman'ın şakirdi olarak tarih karşısına çıkarmıştır.
Mehmet Kayalar bu savunmasını da yazmakla istemiştir ki: " tarih yazsın! (Yakında kıyamet kopmazsa) nesli ati okusun"
Uhuvvet ve İttihad manifestosu:
Müsbet hareketin Müslümanlar arasındaki en önemli bir unsuru olan 'uhuvvet ve ittihad' meselesi Kayalar'ın zihin dünyasını işgal etmiştir. İlgili ayet ve hadisi şeriflere getirdiği yorumlar ve Bediüzzaman'ın ilgili prensiplerini yorumlayış tarzı ile uhuvvet ve ittihadın sistemleşmesi konusundaki gayretlerini takip etmek mümkündür.
Kayalar, ahlak üzerine çok düşünen biridir.
Müslümanlar arasındaki ittihadın temel dinamiğinin güzel ahlak olduğunu söyler.
İslam toplumlarının Batı dejenerasyonu sebebiyle oluşan olumsuzluklardan ahlakî bir arınmaya girmeden bir ittihadın gerçekleşemeyeceğini tespit etmiştir. Bunun üzerine çalışmanın müsbet hareketin birincil siyaseti olması lazım geldiğini düşünmektedir.
Meyve Risalesi'nden ilham alarak şöyle der:" Görüldü ki, yüksek ahlak ve faziletler marifet-i İlahi ile oluyor. Ondan mahrumiyetle irfan ve fazilet davası boştur".
Bunun yöntemini de müsbet hareket yaklaşımı içersindeki, 'telkin ve terbiye' olarak belirliyor:
"... Hal böyle iken fıtrî istidadında her güzelin, her iyinin tohumu bulunan insan oğlunun terbiye ve telkin ile o istidat çekirdeği inficar eder. Yaprak verir ve bir şecere-i nurani halinde beşerin afakına ser çeker, dal budak verir. En nefis semerelerin hamili olur."
Buradan insan irfanının İslam medeniyetine açılan kapısını aralıyor. İnsan ahlakının dönüştürülebileceği, bunun telkin ve terbiye ile güzelliklerin ortaya çıkarılıp, kötülüklerin törpülenmesiyle sağlanabileceği ve netice; Peygamber ahlakıyla donatılan, bir anlamda ehlileştirilen ve böylece nitelikli ürünler verebilecek bir toplum ortaya çıkabileceği, bu toplumların da Uhuvvet ve İttihad ile büyük İslam medeniyetini yeniden semere vereceğini öngörmüş oluyor.
Kayalar'ın açıkladığı müsbet hareket yönteminde çatışmacı ve dışarıdan müdahaleye açık kültürize bir yaklaşımdan kaçınıldığı, fıtratın içindeki saf aklın, insafın çatlatılarak irfan çiçeğinin ortaya çıkarılarak, ki bu ihsandır, Bediüzzaman'ın Münazaratta şeklini çizdiği "cephesinde insan yazılan ve iki ayak üstünde olan sandık içindeki, üstüne kalp yazılan siyah veya pırlanta gibi parlak olan bir kutudadır" dediği bu insan malzemesinin isimleri de "iman, muhabbet, sadakat, hamiyet" olarak anlattığı insan olacaktır.
Sözkonusu tespitleri Sezai Karakoç'un :Risâle-i Nur, tek başına bir İslam kültürü külliyatıdır.” nitelendirmesiyle birlikte okuduğumuzda anlaşılıyor ki: istikbalin İslam medeniyetinin, ve dolayısıyla İnsan medeniyetinin ansiklopedisi, Kur'an ve ahlak-ı Muhammediyeyi ders veren bu eserler olacaktır.
***
Mehmet Kayalar 'Üstad'ını tekraren: "uhuvvet bir ittihadı - manevidir" diyor.
İttihad fikrîdir; efkar-ı âmme üzerinde çalışmaktır. Toplumsal bilinci uyandırmaktır.
Bediüzzaman'ın Uhuvvet Risalesine bir zeyl olarak yazılan, İhlas Risalelerinin bir manada şerhi hükmündeki "İslamda Uhuvvet ve İttihad" eserinde, Kayalar, ittihadı netice verecek 'kardeşlik hukuku'nun sekiz ana esasını tespit etmiştir:
1. "Mallarında ortak ve huleta’idiler" ayetinin hakikatinin dereceleridir. Bunun üç aşaması vardır:
"Evvelkisi şu oluyor ki; mü’min malının fazlasından, sevdiği mü’min kardeşinin havaicini yerine getirir, noksanlarını ikmal eder.
İkinci mühim derecesi; nefsiyle bir tutup, bütün malında onu müşterek bilir.
Üçüncü ala derecesi ise onu nefsinin üzerine isar ederek:
وَيُؤْثِرُونَ عَلَى اَنْفُسِهِمْ.
sırrına mazhariyetle derece-i sıdkın ve müntehayı derecat olan mütehabbin’den olur. Ve bu mertebe ile kardeşi için canını da fedayı vazife bilir."
2. "Kardeşinin hacetini ifada, beşaşet ve güleryüzle karşılayıp ferah ve minnetini izhar etmeli"dir.
3. "Kardeşinin gerek huzurunda ve gerekse gıyabında ayıplarını söylemekten ve hatta görmekten hazer etmeli" dir.
4. "Nebiyyi - Zişan Aleyhisselâtu - vesselam Efendimiz (Kula teşekkür etmeyen Cenabı Hakka da şükr etmez) buyurmuşlar.
İhsanlara, Lütfü-İlâhi nazariyle bakmalı, hırs ile ziyadeliğini talep etmemeli."
5. "Hukuku - uhuvvetin zikre şayan bir ciheti de:
- kendi meziyetini zikir etmeyip kardeşinin meziyet ve meharetleriyle iftihar etmeli.
- Asla ona hilâfı-hâkikat bir şey söylememeli.
- Va'd ettiğini mutlaka ânında, zamanında yerine getirmeli.
- Emanete son derece ihtimam göstermelidir."
6. "Hakkı - uhuvvet; müslimine duadır. Ona kendi nefsine dua ettiğin gibi, gerek hayatında gerek mematında duada bulunmak hukuku - uhuvvetin müktezasıdır."
7. "Hakkı-vefa ve ihlastır!"
8. "Hukuku - terki - tekellüf ve teklifdir ki; kardeşinin takatinin fevkinde müşkül olan bir emri teklif etmemek gerektir..." şeklindedir.
***
Mehmet Kayalar, kardeşliğin kaynağı olarak sadakati görüyor. "Sıdkın neticesi uhuvvettir" diyor.
Kardeşliğin tesisi ile, alâka muhabbete inkılâp edecektir. Muhabbetin en yükseği ise hakiki dostluk olan hillettir. Bediüzzaman İhlas Risalesinde hılletin gereğini şöyle açıklıyor: "Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakar arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktiza eder."
Kayalar'ın tespitine göre, sadakatın vücud bulması ise; Mü’minlerin birbirlerinin hedef arzu, talep ve mesleklerindeki karşılıklı görüşme ve yakınlaşmalarından ortaya çıkacaktır.
O da; karşılıklı ünsiyyet ve ülfet ile başlar. "Şu halde sohbetin ve hasbeten-lillâh ziyaretlerin ehemmiyeti vardır ki netice-i semeresi uhuvvet, muhabbet ve hillet oluyor." der.
"Sohbeti ihtiyar edilecek zevatta bazı hisalin bulunması lâzımdır" diyerek buradaki şartları da şöyle sıralıyor:
- Evvel-emirde o hasletlerin evveli akıldır. Çünkü: "Akıl; bütün efal ve a'malin re'sül-malıdır, sermayesidir."
sonra sırasıyla:
- hüsnü-hulk,
- terki - fısk,
- terki-bid'at
- ve terki-hırsı dünyadır. (Harisi - dünya olan şahsın sohbeti semmi katil gibidir.)
Geniş dairedeki kardeşlerin muamelelerinde önemli bir prensip de şu şekilde ifade ediliyor:
"Aralarında meveddet hasıl olan kimselerin hasbel-beşeriye bir hatası zuhur ederse dosta lâzımdır ki, zuhur eden hatayı kemali - lütf ve merhamet ile izaleye çalışsın."
Bu noktada ortaya koyduğu bir ölçü de şudur:
"Hata ya hukuku - ilâhiye aid olur, yahud hukuku - şahsiyeye aid olur. Beyinlerinde hasıl olan hukuku - şahsiyye afv ile setr ile muamele görmelidir. Lâkin Hukukullaha aid olan hatanın terahumen ve lütf ile, kavlen veya fiilen izalesine çalışmak zarureti vardır. Bu, emri - bilmaaruf ve nehyi - anilmünker hesabına geçer. Emir ve nehy ise, onun hakkında ihsandır.
Hele, kendine herhangi bir zarar irasından dolayı bir mü'min kardeşinden yardım ve ianesini kesmek hatıra bile gelmemelidir."
***
Mehmet Kayalar'ın Uhuvvet ve İttihad konusundaki çalışmaları günümüze şu ışığı veriyor: Kardeşlik hukukunun inşasındaki esasların ve yöntemlerin bilinmemesi durumunda, yeterli kuvvet ve iktidar elde edilse bile adaletin ve ittihadın gerçekleşmesi mümkün olmayabilecektir.
Müslümanların iletişimindeki zorluk ve sorunların aşılmasında kardeşlik hukukunun toplum içinde tesisi başta gelen hedef olmalıdır.
Bediüzzaman talebesi:
Mehmet Kayalar gibi kişileri anmak vasıtasıyla, Onların bugüne yönelik engin kavrayışlarını da kamuoyuyla paylaşmakla, bugünün ahlak felsefesi, psikoloji ve sosyoloji uzmanlarını bu yaklaşıma davet etmek gerekmektedir.
Örneğin: 'Dört ayet dört hadis' isimli, bir tür tefsir çalışması olan eserindeki bir değerlendirmesi dikkat çekicidir. Buna göre: Hayırlar vücudi olduğu için insanın kendinden değildir. kötülükler ve zararlar ademi olduğundan insanın sebebiyledir. Burada iyilikler fazl-ı ilahiden kötülükler şeytan ve ona uyan insanlardan ya da insanın kabiliyetsizliğindendir.
Ancak, insan, Kayalar'ın tanımıyla 'bir psikolojik sapma ile' bunu tam tersinden düşünür ve o zan üzerine davranır. Yani, iyilikleri kendinden bilir, zarar ve kötülükleri ise başka yerde arar, kendini geri tutar.
Hatta iyilikleri tümüyle kendine alır, zamanın üzerinde geçmiş bütün iyilikleri kendinde toplar; hatta bir topluluğun bütün iyilikleri bir kişide toplanır ve buradan zulme kapı açılır.
Mehmet Kayalar'a göre, bu anlayış bozukluğundan, insanlığın ahlaki yıkılışı başlamıştır. Bediüzzaman'ın, Risalelerinde pek çok kez anlattığı ve 'insanın kendine ve kişilere bağlanma endişesini' sıkça dile getirdiği düşünüldüğünde, bu mevzunun Kayalar'ın zihninde ve hayat sürecinde çok fazla yer kaplamasının değeri anlaşılabilir.
Şiir ve velayet:
Kayaların şiirindeki üslubu İslam tarihine, klasik eserlerine, tasavvuf yaklaşımına ve irfan geleneğine bağını ve ilgisini ortaya çıkarıyor.
Şiirin hikmeti ifade edecek düzeyi yakaladığı, hüsn-ü mücerred denilen hakikat bostanının şair denilen bülbülleriyle yakın yol arkadaşlığı da aşikardır.
"Hakikat Arş'ta gezdim,
Esrar-ı lütfu sezdim"
beyti bunu anlatır.
Ehli velayetin arasındaki muhaverelerinde yazdıkları nazma nazire mektupları, Bediüzzaman'la aralarındaki rabıtanın seviyesini de gösterir.
Onun şiiri manayı nazma hapsetmez, ki bu dersi Üstadından aldığı bellidir; zemininde aklın ve mantığın dili olan Risale-i Nurlardan ortaya çıkan 'akıllı şiir'in ilk örneklerini Kayalar'da bulmak mümkündür.
Onun şiiri Yunus sözüdür, Mevlana dilidir, Akif söyleyişidir; bunlarla birlikte, ancak Risale-i Nurdan kaynağını bulabilecek aklın ve 'riyazi katiyette bir ispat'ın içinde erimiş yeni ve yüksek bir şiirdir.
Risale-i Nur'un cifirle ilgili önde bir muhatabı olması ve bu metodolijiye melekesi zeki bir talebe olarak kendisini hakikat yolunda öne geçirmiştir. Bunun şiir diline de ulaşabilmesi başka bir boyutta da bir işin başarıldığını gösteriyor.
Zor zamanda konuşmak.. Kayaların şiirini ayrıca yükselten bir unsurdur:
"Hakikat sahasında; mütefekkir düşünmez, şair haykırmaz, edip yazmazsa bir milletin hayat-ı maddiyye ve ma'neviyyesi inhitat ve tereddiye maruz kalır.." sözü ile anlatır.
***
Zorluklara karşı, Bediüzzaman'ın sıkça kullandığı bir sözdeki gibi,
"Dost istersen Allah yeter; yaran istersen Kuran yeter" dir.
İman vasıtasıyla herşey dost, her zorluk ve meşakkat sabır vesilesi olmuştur. En zor ve sıkıntılı zamanlarda Kur'an yar ve yardımcıdır, ayetleri perdesinde peygamberlerin ve sahabelerinin canlı hayatları ve melaikenin haberleşmeleri bir sinema-i rabbani ile aynelyakin ve hakkalyakin olarak yaşatılacaktır.
Manevi genişlik ve zenginlik, perdelerin açılmasıyla ışıltılı bir uzayı ve ahiret alemlerini zeminde temaşa ve ziyaret edebilecek bir görüş melekesini kazandırmıştır.
Bu maneviyat, fiziğin ve zeminin büyük bir kuvvetle etrafında çevirmesi gibi, Şarkın bir kutbu olarak makamını tam yerine çakmıştır.
Gavs-ı Azam'ın Risale-i Nur talebelerinin manevi gözetleyicisi ve kollayıcısı olması birçok kerametine mazhar olmakla sabit olmuştur.
Ayât-ı Kur'aniye dürbünüyle birbirlerini seyreden Zâtlar, yardım ve ikramlarını da perdeler üzerinden birbirlerine iletirler. Kayalar seviyesindeki talebeler de bu iletişim hatları üzerinde bulunmaktadırlar.
Evet, dil bilmeyen o yazıları okuyamaz; okuyamayan konuşamaz.
Bilen konuşur, bildirmesiyle de konuşulur.
"Herkes bilmez gökte ne var
Görür onu göz sahibi
Parıldıyor güneş kadar
Hakikatı umman gibi" böyle yüksek bir nazarla yakalanan bir söyleyiştir.