Adalet odaklı yönetim beklentisi, her alanda toplumsal taleplerin merkezinde duruyor.
Yargısal ve idari işlemlerde suçlu-suçsuz ayrımına dikkat edildiği konusunda kamu vicdanı rahat değil.
Adalet beklentisi “yokmuş gibi yaparak” vaziyeti idare tavrı, toplumu daha sorgulayıcı yapıyor.
Özellikle hak ihlalleriyle ilgilenen sivil toplum kuruluşlarının, medyada paylaştıkları veriler görmezden gelinemeyecek boyutlardadır.
Kanun Hükmünde Kararnamelerle görevden uzaklaştırılanların sayısı yüz binin çok üstündedir. Bunların içinde, 15 Temmuz sanıklarına ek olarak bürokrasiden ve üniversitelerden farklı siyasi görüşlerde olanlar da var. Kamudan ihraç edilenlerden kırk bin kadarı, göreve iade davasını kazanmış. Ne var ki, yargı kararına rağmen göreve dönüşte bir etkinlik görülmüyor. İdareye karşı kazanılmış davanın kararı sonuçsuz bir metne dönüşüyor.
Mahkeme kararıyla eski işine dönemeyenler, özel sektöre yaptıkları iş başvurularında “şaibeli insan” gözüyle bakıldığından iş bulamıyor. Bu çaresizlik içinde, evinin- çocuklarının günlük ihtiyacını karşılayamadığı için sıkıntılara tahammül direncini kaybedip, azımsanmayacak sayıda insanın intiharı seçtiği duyuluyor. Belli ailevi sorumlulukları sebebiyle çalışarak evini geçindirmek zorunda olanlardan bazıları yurt dışında iş bulmayı düşünüyor, pasaportu iade edilmediğinden bu imkanı kullanamıyor. Bürokratik yetkileri, adalet aleyhine eğip bükmek hak ihlalidir. Topluma izahı zordur.
Yukarıda kısaca özetlediğim tablo, yaşanan problemlerin çok kısa özetidir. Münferit mağduriyet iddia ve örnekleri ise, bütün ciddiyetiyle ayrı bir konudur. Çözümü zorunlu ve çapı küçümsenemeyecek boyutlarda sosyal ve hukuki bir sorun yumağı karşısındayız. Toplumdaki adalet beklentisi, ümitsizlik ve memnuniyetsizlik üretiyor. Dikkatle bakanın görmemesi mümkün değil.
Kamu otoritesinin, beraat edenler için asgari beklentileri karşılayacak, çözüm odaklı inisiyatif alması, hem siyasi istikrar, hem de toplum huzuru açısından zorunludur. Beraat kararına rağmen mahkum gibi muamele görenin çaresizlik çığlığını duyabilmeliyiz. Bir kişinin yaşadığı mağduriyet o kişiye mahsus kalmıyor. Beraat ettiği halde iş bulamayan bu insanların yaşadığı sıkıntıdan, maddi-manevi etkilenen aile fertleri var. Yakın ve uzak akraba çevresi var. İş ve arkadaşlık gibi sosyal muhiti var. Bu paradoksa çözüm üretmek, yürütme ve meclisin görevidir.
Adalet beklentisini, ihmal edilebilir nesne gibi görmek, hukuk devletinin tavrı olamaz. Kamu gücünün böyle bir lüksü yoktur. "Cemiyetin selameti için fertler feda edilir, ferdin hukuku nazara alınmaz” ilkesi, Batı hukukunun ürettiği, zulmü dağıtma zaafıyla malul bir adalet sapmasıdır. Hukuku çiğneme ve zulmü meşrulaştırma anlayışıdır. Bu uygulama, Müslümanın bir toplumun hak ve adalet algısında yer bulamaz.
Şüphesiz 15 Temmuz yargı sürecini yönetmek sanıldığı kadar kolay değil. Yargı mensubuyla şüphelinin bütünleşip kaynaştığı bir yapıdan bahsediyoruz. Sabahtan duruşmaya çıkan bir hakimin, öğleden sonra aynı davada sanık sandalyesine oturması bu bütünleşmenin tipik örneğidir.
Yargıda tutuklamayı suçun vasfı belirler. Örgüt kurma ve yönetme suçunun dışındaki örgüte yardım, iltasak vb. suçlar, yurtdışı çıkış yasağı, adli kontrol tedbiriyle tutuksuz yargılamaya tabi tutulabilir. Tutukladığınız her insanın, evinde ekmek bekleyen eşi ve çocukları vardır. Cezanın şahsiliği ile adil yargılama ilkesinin, burada sanık yararına gözetilmesi gerekir. Her suç isnadını, “makul şüphe” kriteri ile kolayca tutuklama konusu yapmak, adli hata ihtimali yüksek bir uygulamadır. Bylock soruşturmalarında on binden fazla insan hakkında böyle bir adli hata riski yaşandı. Konuya zamanında müdahale edilerek daha büyük mağduriyetlerin önü alındı.
Adalet, fiil ile fail arasında, ölçü ve dengeyi korumaktır. Siyasi saikle fiil ve fail arasında hukukun öngördüğü denge korunamazsa, yargıda adalet ihlali kaçınılmazdır. Cemaatin, “kudsi gaye” uğruna yargı eliyle yaptığı hak ve adalet ihlallerinin bedeli hem ülkeye hem de kendisine pahalıya patlamıştır. O yapının “Kutsal” üzerinden yaptığı bu istismarı, kader karşılıksız bırakmadı, bedelini şimdi aynı yolla ödüyor.
“Birisinin suçundan başkasının sorumlu tutulamayacağı” ifadesi, suçun şahsiliği ilkesidir. Adaletin de temelidir. Kur’an’da önemine binaen dört ayette tekrarlanır. Anayasa ve Ceza Kanununda da yer alan bu ilkenin her adli olayda özellikle gözetilmesi gerekiyor.
“Adaleti gözetmek” devlet olmanın vazgeçilmezidir. Başkasının kötü örneği, emsal olmaz. “Onlar bize yaptı, biz de onlara yaparız” şeklindeki rövanşist tavrın hukukta karşılığı yoktur.
Bilge devlet adamı rahmetli İzzetbegoviç ne diyordu; “Düşmanımıza yenildiğimiz zaman değil, ona benzediğimiz zaman kaybederiz.” Bugün adalet ihlalinde rakibine benzeyene değil, adaletiyle hükmeden bilge bir iradeye ihtiyaç var.
Devlet adamının ülkeye kazandırdığı eserler, yapıldığı dönemde ve kullanıldığı nispette minnettarlık sebebidir. Bir-iki nesil sonra, çoğu unutulur gider. Yönetimlerin kıymeti adaletiyle ölçülür. Kutsal kaynaklarda övgüyü hak eden yönetimlerin belirgin vasfı adaleti gözetmeleridir. Tarihin dürüst hafızasına emanet edeceğiniz ölümsüz mirasınız, sadece adaletinizdir.