Ademe (as) secde etmek, Ademe (as) secde etmekten ibaret değildir. Âdem (as) görünümündeki iradeye teslim olmaktır. Adem ki topraktan, sen ateş de olsan Ademin toprağına değil, Ademi topraktan var etmeyi tercih edene secde edersin. Kâbe ki taştan, sen insan da olsan, Kâbeyi hürmetli ev kılana, seni o taşa doğru yönelmeye emredene secde edeceksin. Başka türlü hesaplar soktun mu araya, başka türlü olursun, Sen-ben davasına girersin. Ben olarak Sen dediğin Rabbine büyüklenmeni, Adem topraktan ama ambalajında saklarsın. Sanki O bilmiyormuş gibi kendine sakladığını ve kendinden bile sakladığını
Melekler ve İblis Rabblerine itaatlerinde Âdem üzerinden sınandılar. Melekler kazandı, İblis kaybetti. Şimdi de her birimiz o sınamadayız. Kardeşimiz Ademler (ve tabii ki Havvalar da ) üzerinden Rabbimize imanımız ve teslimiyetimiz sınanıyor. İhlas Risalesinin mihverini oluşturan, üzerimize ağır bir yükümlülük olarak geldiğini bile fark edemediğimiz tefâni düsturu böyle bir sınanmanın ekseni
Kardeşin kardeşte fani olması Ama nasıl? Ama niye? Kardeşini bir mümin olarak yanına koyan Rabbin, ondaki imana en az Kâbe kadar hürmet etmeni, ondaki İslamı en az Uhud Dağı kadar büyük görmeni bekliyor senden
Nasıl ki Ademin (as) varlığı, Rabbimizin iradesinin ete kemiğe bürünmüş halidir; kardeşimizin yanımızda mümin ve Müslüman sıfatıyla varlığı da, Rabbine nisbetle yaşamasının Kâbe kadar somutlaşmış halidir, Rabbine teslimiyetinin Uhud dağı büyüklüğünce gözle görülür, elle dokunulur şeklidir.
Kardeşimizin yanımızdaki varlığı meşiet-i İlahiyyenin tezahürüdür. Her bir kardeşimiz, imanın ete kemiğe bürünmüş halidir, İslamın sıcacık nefeslere dolanmış heykeli gibidir. Üstünlüğümüz o meşiete, o iradeye teslim olup olmamamız ekseninde gelişir. Kendimize kendimizden kaynaklanan üstünlükler atfetmeye başladığımızda, ben ateştenim! diyen İblisle yoldaş olmanın yolunu döşemeye başlıyoruz. İblis, ben, ben! deyişini ateşten oluşuyla gerekçelendirdi. Doğrudan ben! demek yerine, yandan dolandı, bin dereden su taşıdı. Rabbine diklenmesini ise Ama Adem topraktan! bahanesiyle kamufle etmeye kalktı, ipe un serdi.
Kardeşlerimizin çakıl taşı sıradanlığındaki ve küçüklüğündeki hataları, onların varlığıyla görünür kıldıkları imanı ve İslamı gözümüzde ve gönlümüzde önemsizleştirip küçültüyorsa, ben ondan iyiyim!savunmasına gerekçe hazırlıyoruz demektir. Yani, İblisin asıl derdi, o değil; ben! demektir de, sözünü ateş ve toprakla süslemektedir. Sanki kendisi topraktan, Adem de (as) ateşten olsaydı, tavrı değişecekmiş gibi.. İblisin asıl derdi, Ademle de değildir! Ademi (as) karşısına koyan Rabbiyledir. Asıl derdini söylemek yerine ben mi Adem mi? polemiği ile lafı gevelemektedir. Eğer, Rabbine karşı diklenmesi olmasaydı, ne toprağı, ne ateşi, ne Ademi (as) dert edinirdi, Rabbinin çağırdığı yerde/halde hemen oluverirdi.
Şimdi bir kez daha düşünelim, İhlasın tarifini aldığımız ve İhlas Risalesinin başlığı olan ayet üzerinde.. Ve kûmu lilllah Allah için olunuz (Bakara, 238) Kendisinin sözde üstünlüğü hatırına ayakta kalan, secde etmekten geri duran İblis (ve yoldaşları) Allah için oluyor/duruyor değil. Kendisine sözde aşağılık atfedenleri de ciddiye alıp zillete düşen, alçaklığı kabullenen de Allah için eğiliyor değildir.
Şu halde, hatalarına ve kusurlarına rağmen, bizden üç günden fazla küsmeyi hak etmeyen iman ve İslam kardeşimizin arzularını kendi arzularımızın önüne geçirebiliyorsak, yani kardeşimizde fani olabiliyorsak, kardeşimizde değil, onu imanın şahidi ve İslamın hali olarak yanımıza koyan Allahta fani oluyoruz demektir. Fenafilihvan, bu zamanda, Fenafillahın en zorlu ve en sahici şeklidir. Var mıyız?