Değerli hocamız Sayın Ümit Şimşek’in kaleme aldığı “Uçan Üniversiteler” adlı, Rusların Polonya’yı işgali hengamında Leh halkının dilini, kültürünü, örfünü ve adetini unutturmama adına kahraman leh büyüklerinin giriştikleri mücadeleyi okuduğumda aklıma gelmişti Nur hareketinin yıllarca bu kahraman milletin dilini, dinini, kültürünü, örfünü ve adedini unutturmama ve ila nihaye yaşatma adına ne kahramanlıklar sergilediklerini, serdettiklerini ve bu yolda nice cefalara, kahırlara katlanıldığını.
Lehlerin Ruslara karşı girişmiş oldukları özgürlük ve var olma mücadelenin özeti şöyledir:
İstila edilmiş bir memlekette ihata edilmiş bir kültürün yok olmasının mukadder olduğu çok geçmeden anlaşılınca himmeti milleti olan bazı aydınlar acil durum pozisyonuna girip ne yapılması gerektiği konusunda konuşup tartışırlar ve leh kültürü ve dininin korunması için gayri resmi okullar açılıp o okullarda gayri resmi öğrencilere gayri resmi hocalar gayri resmi müfredattan gayri resmi eğitim verilecekti.
Lokal olarak başlanan ve çok kısa bir zamanda bütün memleketi kapsayan bu eğitim öyle başarılı olmuştu ki Ruslar baş edemeyeceklerini anlayıp asimilasyon politikalarına son vermek zorunda kalmışlardı. Lehlerin meşhur sabık cumhurbaşkanları olan Leh Walesa da bu gayr-i resmi okullardan birinde mezun olanlardandır.
Pozitivizm rüzgarlarının insanların kafasında esip gürlediği, materyalist düşüncelerin hükümferma olduğu, insanların, atalarının izini bir hayvanda aradığı, felsefenin ve feylesofların aklı putlaştırdığı, kafaların kuma konulduğu, gündüzün ortasında insanlığın gözlerinin kapatılmaya çalışılıp zifiri karanlıklarda yaşama zorunluluğunun getirildiği hengamda Anadolu’nun bağrından kopup gelen, maddeten zayıf, bir askerin kolundan tutup oraya buraya sürükleyeceği kadar zayıf, ama manada kendisinin ifadesi ile 50 milyon insan kuvvetinde olan bir Pir’in insanlık gölüne çaldığı maya daha ilk kaşığında meyvesini vermişti. Pozitivist rüzgar dinmiş, materyalist düşünce bulanmış, akıl ise asli konumunu idrak etmeye başlamıştı.
Gayr-i resmi okulların gayr-i resmi müfredatı Cenab-ı Hak tarafından ilham edilmeye başlanınca gayr-i resmi öğrenciler de yavaş yavaş okullarının yolunu tutmaya başlamışlardı.
Bir okul ile başlamıştı her şey ve bir kaç öğrenci ile. Ama bu okulun öğrencilerinin yaş haddi yoktu. Yedi yaşındaki ile yetmiş yaşındaki aynı dersleri görüyorlardı. Bu okulun öğrenci profili farklıydı yani. Okuma yazması olmayan olduğu gibi öğretmeni, mühendisi, doktoru, eczacısı da öğrencisi olabiliyordu bu okulun. Çünkü bu okul ne “A-B-C “ ne de “elif- ba”nın okutulduğu bir okul değildi. Sadece kalplerin, akılların, ruhların, nefislerin, duyguların terbiye edildiği ve doyurulduğu bir okuldu.
Dinini kaybedenlerin yitirdiklerini buldukları, manası boşalan kalplerin tıka basa doldurulduğu, yolunu şaşırmış akıllara istikametlerini bulduran, süfli şeylerin peşlerinde koşturulan duyguların ulviyetle buluşturulduğu okullardı bunlar. Aslında post modern okullardı bunlar.
Yoktu bu okulların müstakil binaları, ayrı sınıfları. Herkesin evi kendisinin de çevresinin de okulu sayılırdı. Dersler kah bir evin odasında, kah bir hapishanenin koğuşunda, kah bir karakolun nezaretinde, hatta bazen tecrit edilmiş bir koğuşta ruhaniyat ile yapılırdı.
Bu okullarda tahta yerine kalpler kullanılıyordu. Deneyler yoktu kainat labaratuvarında yaşayarak öğrenme vardı. Makro ve mikro alemlerin gözlemlenmesi için teleskoplar, periskoplar, mikroskop ve elektoskoplar yoktu zira o alemler kalplere ve akıllara kadar yakınlaştırılıyordu.
Bu okulların diplomaları yoktu ama başarısızları da yoktu. Herkese istidat ve kabiliyetlerinin alabilecekleri herşeyi alma garantisi veriliyordu.
Bu okulların hocaları yoktu zira kendisini derslerine veren ve derslerin kendisine açıldığı herkes diploma, icazet almadan her yerde bu okulların dengi olan okullarda ders verme yetkisine direk sahip oluyordu.
Bu okulların şubeleri küçük- büyük her yerde açılabiliyordu. Kalpleri ve akılları hasta olan ve hastalığının farkında olan ve asrın doktorunun reçetesini elde edip hastalığına şifa bulan ve kalbi, hissiyatı, sırrı, ruhu, aklı inkişaf edip etrafındaki hastaların hastalıklarına teşhis koyabilen herkes o hastaların öğretmeni ve doktoru olabiliyordu.
Bu okullarda tarih dersi okutulmazdı ama tarih herkesin kalbinde yaşanırdı. Pedegog değillerdi bu okulların hocaları ama pedegoglar bunlardan ders alırdı. Psikolog ve psikiyatristler bunların bu işi kendilerinden daha etkili nasıl bu kadar güzel yapabildiklerine şaşırıyorlardı...
Leh halkının yaptıkları “Uçan Üniversiteler” diye tesmiye edilmişse bizim bu okullara ne ad verilmesi lazım gelir sizce.