Ömer Faruk Topçuoğlu
Şehrin küçük meydanına hücum eden binlerce adamın arasından hışımla önlere doğru ilerledi. Elinde mikrofon titrek bir sesle dua eden imamın bir anda önüne fırlayı verdi Harun. Çelimsizdi fakat kalabalığı yaramayacak kadar değil, ufacık tefecikti fakat gözyaşları yüksek dağların tepesinden yuvarlanan çığ gibi savruluyordu sağa sola. Ürkekti fakat böylesi bir günde imamın duasını yarıda kesip yüksek sesiyle meydanı bastıramayacak kadar da değil! Hiçbir şey yapamamanın ezici ızdırabından kurtulurum zannıyla; takati kesilmiş, mikrofonu zorla tutan imamın elinden mikrofonu kaptı. Nereden geldiğini şaşıran imam Harun’un bu kararlı duruşunu sadece izlemekle yetindi. Kalabalık bir hayli coşkulu bir o kadar da bitkindi. Harun bütün ümitsizliği ile bağırmaya başladı:
"Affetme bizi Gazze! Tepene yağan bombaları ağlaya ağlaya sanal alemden izlerken uyuya kalan kalplerimizi affetme! Sıcacık odalarında üşümesinler diye üzerlerini örtmeye gittiğimiz çocukların sevgisinden Beytül Makdis değmiş gözlerin sahibi yavrularımızın titreyişlerine çözüm bulamayışlarımızı affetme!
Çaresiz bırakan gücü affetme Gazze! Hıçkıra hıçkıra ağlayarak, gecenin karanlığındaki yalnızlığına neşe olamayışımızı affetme! Gözleri semaya takılı kalmış Filistinli sübyanların titremesine mani olamayan çelik fabrikalar sahiplerini affetme!
Hınzır gibi semizleştirdiğimiz siyonist fast food patronlarını şimdi boykot ediyor olmamızla affetme bizi. Mahşerde küffardan önce yakamıza yapışmaya ahd eden coğrafyandaki ihtiyarların, dulların, yetimlerin çığlıklarını duyamayan hiç bir cömerti affetme!
Ey Kudüs! Senin sevgine sarılmak için sana koşan etleri morarmış babalar, Kuzey kemerinin önünde sırtlarından yumruklanırken; ihtiyarlara, çocuklara, kadınlara yardım edemediğinden ağlaya ağlaya halsiz düşen hiç bir pehlivanı affetme!
İnsanların rızkıyla yanarken şehir… Göğe yükselen dumanları dakika dakika izlemekten kolsuz bir gaziye el uzatmaya zaman bulamadığımız günler geçiyor ömrümüzden. Onları alevler içinde izledik ta ki bizi alevler içinde izlesinler diye. Uykularımız kaçtı. Mışıl mışıl uyuyanları boşver Gazze! Sen, seni düşünüp uyuyamayan dava adamlarını da affetme!
Affetme Gazze! Öfkeli gençler sığınaklarda telaş içinde duvarları kemirirken verdiği sadakayı gizli verdiğiyle övünen rezidans sahibi müminleri de affetme. Milyonlarca vücut parça parça… Balkonlarda ayak, kaldırımda kol, kubbeden akarken kalp, Atem kapısına bakarken yerinden fırlamış gözler… Vifakı, ittifakı, ittihadı müdafaa eden bunun için güya canlarını, mallarını ortaya koyan hiç bir sofiyi, müttakiyi, zahidi, şakirdi affetme!
Biraz daha yemek, biraz daha uyku, biraz daha muhabbet, biraz daha mesken, biraz daha konfor, biraz daha oyun, biraz daha eğlence, biraz daha makam diyen hocalarımızı, şeyhlerimizi, zühd ve vera sahiplerimizi affetme!
Senden daha önce, önceliği olanlara neler oluyor Gazze! Filistin aşkını tanımayan çocuklara Gazze’yi anlatamadan, aşık olan gençliğe neler oluyor. Modern arenalarda lamborjin sahibi mahkumları izlemeye bir an olsun ara veremeyen piri fanilere neler oluyor. Neler oluyor israfatın merkezlerinde bağlı kalan kocakarılara…
Harun bir hayli öfkeliydi… Konuştukları da anlaşılmıyordu. Kalabalıktan biri mikrofonu Harun’un elinden aldı. Hüzünlü, bitkin bir o kadar da samimi olan imama mikrofonu tekrar verdi. İmam samimi dualara kaldığı yerden devam etti. Bir zaman sonra dirseklerle geriye doğru itilen Harun kalabalığın gerisinde kaldı ve dualara amin diye ağlamaya başladı.