Kastamonu Lahika Düsturları–41 Allah’ın vazifesine karışmamak

Afife ARTIK

Mektuplarını tek tek tetkik ederek iman hizmetinin düsturlarını çıkardığımız Kastamonu Lahikasında 72. Mektuba gelmiş bulunuyoruz. Said Nursî bu mektubunda Hafız Ali’nin kendisine yazmış olduğu bir mektuptaki bazı meseleleri değerlendiriyor. Onların kritiğini yapıyor. Konumuzla ilgili olan mesele bu ki; Peygamberimizin (asm) bir hadis-i şerifine dayanarak Hafız Ali Ağabey manevi bir fütuhat zamanının çok yakın olduğunu ifade ediyor. Said Nursi kendisinin de bunu arzu ettiğini, ruh-u canıyla temenni ettiğini söylüyor fakat çok mühim bir noktayı bu ifadelerle hatırlatıyor: “biz Risale-i Nur şakirtleri ise, vazifemiz hizmettir; vazife-i İlâhiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak…” Bu ifadelerden anlıyoruz ki; bir fütuhat için gayret göstermek, çalışmak, fiilen ve kavlen dua etmek kulun vazifesi iken böyle bir fütuhatın olup olmamasının taktiri tamamen Cenab-ı Hakk’ın iradesiyle, kudretiyle ve hikmetiyledir. Bu nedenle de kulun kendi vazifesini yapıp neticeyi Allah’dan beklemesi esastır. Ve böyle bir fütuhat olsun için değil sadece Allah’ın rızasını kazanmak için çalışmaktır, gayret göstermektir. Yoksa ‘ben böyle yapayım da Allah’da muzaffer etsin, manevi bir fütuhatı halk etsin’ demek veya böyle düşünmek haddini aşmak olur, kulluk edebine münâfi bir haldir. Onyedinci Lem’anın Onüçüncü Nota’sında bu meseleyi çok net izah eden iki misal vardır.

Birincisi İsa (as) ile ilgilidir. Şeytan kader noktasında İsa (as)’a itiraz ederek der: "Madem ecel ve herşey kader-i İlâhî iledir; sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl öleceksin." İsa (as) ona cevaben; “Cenâb-ı Hak abdini tecrübe eder ve der ki: 'Sen böyle yapsan sana böyle yaparım. Göreyim seni, yapabilir misin?' diye tecrübe eder.Fakat abdin hakkı yok ve haddi değil ki, Cenâb-ı Hakkı tecrübe etsin ve desin: 'Ben böyle işlesem Sen böyle işler misin?' diye tecrübevâri bir surette Cenâb-ı Hakkın rububiyetine karşı imtihan tarzı, sû-i edeptir, ubudiyete münâfidir." Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Mâverdî’nin ‘Edeb-üd-Dîn ve-d-Dünya’ adlı eserinde anlatılan bu hadisenin zikrinden evvel Bediüzzaman bu ikazı yapar: “Tarik-i hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelirken, Cenâb-ı Hakka ait vazifeyi düşünüp, harekâtını ona bina ederek hataya düşerler.”

Onüçüncü Nota’da geçen ikinci misal Celaleddin Harzemşah’a dairdir. “Meşhurdur ki, bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz'in ordusunu müteaddit defa mağlûp eden Celâleddîn-i Harzemşah harbe giderken, vüzerâsı ve etbâı ona demişler:

‘Sen muzaffer olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek.’ O demiş: ‘Ben Allah'ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım. Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlûp etmek Onun vazifesidir.’

İşte o zat bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.” [i]

Bediüzzaman bir mektubunda Celaleddin Harzemşah’a atıfta bulunarak der ki: “cihad-ı mâneviyenin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, "Bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenâb-ı Hakka aittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz. Ben de Celâleddin Harzemşah gibi, ‘Benim vazifem hizmet-i imaniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenâb-ı Hakkın vazifesidir’ deyip ihlâs ile hareket etmeyi Kur'ân'dan ders almışım.”[ii]

Nur Talebelerinin bazılarının insanlar dinlemediklerinde şevklerinin kırılmasına mukabil Said Nursî Peygamber Efendimiz(asm)’i onlara misal gösterir. [iii] وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلاَّ الْبَلاَغُ Ayetini rehber alarak hareket eden Peygamberimiz (asm) insanların dinlememesi ve çekilmesi zamanında daha ziyade gayret ve ciddiyetle tebliğine devam etmiş ve

[iv] اِنَّكَ لاَ تَهْدِى مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللهَ يَهْدِى مَنْ يَشَۤاءُ ayetinin sırrıyla insanlara dinlettirmek ve hidayet etmek Cenab-ı Hakk’ın vazifesi olduğunun şuuruyla Cenab-ı Hakkın vazifesine karışmamıştır. [v]

Münazarât adlı eserinde Bediüzzaman Allah’ın vazifesine müdahale etmeyi ‘dinsiz düşman’ olarak nitelendirir:

“Sonra, Allah'ın vazifesine müdahale etmek olan dinsiz düşman gelir; himmetin yüzünü tokatlar, gözünü kör eder. Siz de, اِسْتَقِمْ كَمَۤا اُمِرْتَ [vi] وَلاَ تَتَاَمَّرْ عَلٰى سَيِّدِكَ [vii] olan kâr-aşina ve vazifeşinas olan hakikati gönderiniz. Ta onun haddini bildirsin.”

Mesnevi-i Nuriye’de Onuncu Risale’de aynı Beşinci Söz’de olduğu gibi, Allah’ın vazifesine karışmak bir askerlik temsili ile anlatılır. Askerin vazifesi talim ve cihad iken bu vazifeyi bırakıp devletin vazifesi olan silahını, üniformasını ve erzakını tedarik etmeğe kalkmakla düşeceği durum, Allah’ın vazifesini üstlenmeye çalışan kulun durumuna misal olarak getirilir. Onuncu Risale’de Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışan kulun hâli bu ifadelerle resmedilir: “Gafil olan insan, kendi vazifesini terk eder, Allah'ın vazifesiyle meşgul olur. Evet, insan, gafletten dolayı, iktidarı dahilinde kolay olan ubudiyet vazifesinin terkiyle, zayıf kalbiyle rububiyet vazife-i sakîlesinin altına girer, altında ezilir. Ve aynı zamanda bütün istirahatini kaybetmekle âsi, şakî, hâin adamların partisine dahil olur…. Allah'ı itham etmekle işini terk edip Allah'ın işine karışma ki, nankör âsiler defterine kaydolmayasın.”

İhlas Risalesi’nde iman hizmetinin tesirini kendi hizmetine ölçü yapmanın ne derece yanlış olduğu, bazı Peygamberler üzerinden anlatılır. Kimi Peygamberlerin ümmetleri pek az olmasına rağmen yine de Peygamberlik sevabını almışlardır. Çünkü insanların dinlemeleri ve tâbi olmaları, ümmetlerinin kesreti onların vazifesinde dahil değildir, Allah’ın vazifesidir. Öyle ise Allah’ın dinine hizmet için çalışanların da kendilerini dinleyenlerin azlığından müteessir olmamaları gerekir zira bu onların vazifesi değildir.

Bediüzzaman Emirdağ’da iken yanına Ankara’ya hizmet için gönderdiği bir talebe gelir. Bu zât Ankara’daki kalın zülumât perdesini gördüğünde ümütsizliğe düşer ve bu insanlar ne zaman Nur hakikatlerini dinleyecekler ve bu manevî karanlık ne zaman dağılacak diye düşünür. Bediüzzaman bu talebeye intak-ı bilhak nevinden der: “Vazifemiz hizmettir. Muvaffak olmak, insanlara kabul ettirmek, Cenab-ı Hakkın vazifesidir. Biz vazifemizi yapmakla mükellefiz. Sen orada, 'Bu insanlar ne zaman Risale-i Nur'u dinleyecekler?' diye ümitsizliğe düşme, merak etme. Kat'iyen bil ki, mele-i âlânın hadsiz sakinleri, bugün Risale-i Nur'u alkışlıyorlar. Onun için, hiç ehemmiyeti yok. Kıymet, kemiyette değil, keyfiyettedir. Bazan bir halis ve fedakâr talebe, bine mukabildir" [viii]

Yine Üstad Emirdağ’da iken kuraklık sebebi ile yağmur duasına çıkılıyor ve namaz kılınıyor. Yağmur gönderilmemesine binaen küçük bir Nur Talebesi Üstaddan neden dua ve namazların karşılık görmediğini sual ediyor. Bediüzzaman bu suale çeşitli misaller vererek ve yağmursuzluğun pek çok sebeblerini izah ederek cevap veriyor. Bu uzun cevaptan bir cümle: “…bu nevi ibadet, yağmuru getirmek için kılınsa yanlış olur. Yağmuru vermek Cenâb-ı Hakkın vazifesidir. Biz vazifemizi yaptık; Onun vazifesine karışmayız.” [ix]

Biz kul olarak çalışır ve gayret ederiz fakat neticeyi halk eden Cenab-ı Hak’dır. Hâsıl olan neticeyi rıza ile karşılamak da bizim vazifemizdir. Bizim nazarımız cüz’i olduğundan ancak bugüne bakabiliriz, en fazla geçmişten bildiklerimizi de nazara alırız. Fakat kâinatın bütününe taalluk eden ve geçmiş ve geleceği birden ihata eden bir nazarımız olmadığından hâdiseleri doğru tahlil edemeyebiliriz. Cenab-ı Hak ise ezelî ilmi ile ve bütün kâinatı kuşatan hikmeti ile herşeyi yerli yerince ve çok hayırları netice verecek tarzda yaratır. Bu noktada bize düşen kavlî ve fiilî duaya ciddi çalışmak ve neticeleri gönül hoşnutluğu ile, rıza ve teslimiyetle karşılamaktır. Böyle bir razı olmuşluk hâli elbette Cenab-ı Hakkı tanımakla mümkündür. Marifetullah olduktan sonra teslim olmak en büyük manevi zevklerdendir.

[i] Lem’alar s.227 (erisale)

[ii] Emirdağ Lahikası 2, s.631

[iii] “Peygambere düşen ancak tebliğ etmekten ibarettir.” Nur Suresi 54.ayet

[iv] “Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir." Kasas Sûresi 56.ayet

[v] Lem’alar s.228’den iktibasen

[vi] “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” Şura Suresi 15.ayet

[vii] Efendine efendi olmaya çalışma

[viii] Tarihçe-i Hayat s.577

[ix] Emirdağ Lahikası 1, s.56

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.