Kastamonu Lahika Düsturları–44: Fena şeylerle zihnen meşgul olmamak

Afife ARTIK

Merhum Zübeyir Gündüzalp, “zihindeki menfi fikirleri çıkartmak bedendeki urları çıkartmaktan daha mühimdir” der. Malumdur ki ziya ile zulümât aynı anda bir yerde bulunamazlar. Menfiliklerle dolu bir zihinde de müsbetlere yer kalmaz. Bu hususta Îşârâtü’l İ’caz tefsirinde manidar bir sual ve cevap vardır:

“Sual: Şeytanın kalbinde marifet var mıdır?

Cevap: Yoktur. Çünkü, san'at-ı fıtriyesi iktizasınca, kalbi daima idlâl ile telkin için, fikri, daima küfrü tasavvur etmekle meşgul olduğundan, kalbinde veya fikrinde boş bir yer marifet için kalmıyor.”

Fena olanla sürekli meşguliyet, iyi olana yer bırakmaz. İnsanın zihni, kalbi ne ile ziyade meşgul ise yekdiğerinden uzaklaşır. Müsbet olanla meşguliyet ise insanın bakış açısını, fikirlerini ve davranışlarını güzelleştirir. İyi ve güzel olanla meşgul olmak ciddi bir irade ortaya koymayı gerektirir. Fena ve bâtıl olanla meşgul olmak ise (ademî olduğundan) fazla bir çabayı gerekli kılmaz.

İmam-ı Şafii hazretlerinin dediği gibi eğer insan kendini hak ile meşgul etmezse bâtıl onu işgal eder. Hayır ve vücud cihetinde çabalamayı, gayret etmeyi bırakmak ademe, şerre düşmek için yeter şarttır. Fıtrat boşluk kabul etmediğinden hak ile, müsbet olan ile meşgul olmayan bir zihin ve kalb bâtıla esir düşecektir. Bizzat bâtıl ile iştigali kast etmemiş olsa bile…

Meşgul olduğu şeyler insanın nazarını şekillendirir nazar ise eşyanın mahiyetini tağyir eder. Zihninde menfi düşünceler, kalbinde menfi duygular bulunan bir adam ile müsbetlerle aklı nurlanmış, kalbi feyizlenmiş bir adamın hâli hiç bir olur mu? Bu iki adamın kâinatı idraki, varlık algısı, olaylara tepkisi aynı olabilir mi?

"Güzel ahlâklı güzel düşünür. Güzel düşünen, güzel levhaları görür. Fena ahlâklı, fena düşündüğünden, fena levhaları görür."[i] kâidesi misal âleminden olan rüyalar için geçerli olduğu gibi yakaza âleminde de câridir. Uyuduğunda güzel rüyalar görmenin, uyanıklığında da hayatından lezzet almanın sırrı güzel bakmaktır.

Bediüzzaman’ın “her şeyin güzel cihetine bakınız” kaidesini mütemadiyen zikretmesi esasen muhatabının kişilik inşası için büyük bir önem taşır. Her şeyin güzel cihetine bakmak, güzel olanla dâimi meşguliyetin bir neticesidir. Kâinata ve hadiselere Rahmet, Hikmet, İlâhi adalet perspektifinden bakmak ve ahireti de nazara almak (yani güzel bakmak) her zaman güzel olan hakikati müşahade etmeye vesiledir. Elbette eşyanın mülk cihetinde, içtimai hayatta zahiren menfi olan şeyler çoktur lâkin bunların bâtınına, melekûtuna nazar etmek güzellikleri görmeye vesiledir.

Bu noktada şöyle bir sual hatıra gelebilir; zâhiren de olsa çirkin görünenler bize zarar vermez mi? Mâide Suresinin 105. ayeti bize çevrenin zararlarından korunmanın yolunu gösterir: “Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar veremez.” Demek ki insanın çevrenin fenalığını kendi fenalığına mazeret göstermesi söz konusu olamaz. Neredeyse bütün peygamberler sapkınlık içinde olan kavimlere gönderilmişlerdir de buna rağmen kendileri ve onlara tâbi olanlar dosdoğru yolda sabit kalmışlardır.

Bugünün insanı da kendi sapkınlıklarını toplumdaki bozulma ile temize çıkaramaz. Çünkü neye tâbi olacağına iradesi ile karar verir. Zümer Suresinin 18. Âyet-i kerîmesinde Cenab-ı Hak böyle buyurur: “Sözleri dinleyip, en güzeline tâbi olup fenasına bakmayanlar, hidayet-i İlâhiyeye mazhar akıl sahibi onlardır."

Güzel bakmanın, güzel görmenin, hakikati müşahade etmenin tâlimini yapan Risale-i Nur zahiren çirkin görünen şeylerin ve hadiselerin iç yüzündeki, melekutundaki güzellikleri nazara verir. Bu hakikatlere muhatap olmak ve bu nûranî nazeninleri kaçırmamak için Bediüzzaman muhataplarını ikaz eder. Neşir hizmetleri için de bu ikazlar hayatî önem arz etmektedir. Zîra bir şahsın elinde elmas olsa ve onu halklara gösterse ve fakat aynı zamanda diğer elinde de ufunetli bir madde bulunsa elbette halkları elmasa celb edemez. Tam da bu nedenle iman hakikatlerini rencide edecek cereyanlara Nur Talebeleri hiçbir zaman tâbi olmamışlardır. Mücadele etmek maksadıyla bile olsa bâtıl cereyan ve fikirlerle meşgul olmamışlardır.

Tarihçe-i Hayat’ta bâtıl şeylerle iştigalin bir zararı böyle ifadesini bulur: “Fena şeylerle meşguliyet fena tesir eder, fena iz bırakır. Hususan böyle bir asırda ‘Bâtılı iyice tasvir etmek sâfi zihinleri idlâldir.’ Evet, menfilikleri öğrenerek mücadele edeceğim gibi saf bir niyetle başlayıp menfi şeylerle meşgul ola ola dinî bağları ve dinî salâbet ve sadakati eski haline nazaran gevşemiş olanlar olmuştur.” (s. 853)

Nur Talebelerinden Hasan Atıf Ağabey Üstada bir mektub yazar. Üstad bu mektubdaki bazı cümleler üzerinden mühim bir mesaj verir: “…manidar yazdığı cümleler içinde, bir parça ehl-i bid'aya şiddet gördüm. Zaman, zemin, Risale-i Nur'un müsbet mesleği, ehl-i bid'a ile değil fiilen, belki fikren ve zihnen dahi meşgul olmaya müsaade etmez. İhtiyat her vakit lâzım.”[ii]

Demek mücadele kastı ile bile olsa bâtıl ile meşgul olmak zarardır. Fena şeylerle, bâtıl mesleklerle zihnen meşgul olmak, zamanla onları normal görmeye yol açabilir. Kendi müsbet mesleğine hasr-ı nazar etmek ve onun intişarına çalışmak ise muvaffakiyetin anahtarıdır.

Rabbim, güzel bir mesleğe giren, ciddiyetle çalışan güzel bakıp güzel görmek suretiyle hayatından lezzet alan kullarından eylesin.

[i] Mektubat s.496 (erisale)

[ii] Kastamonu Lahikası s. 309 (erisale)

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.