Kastamonu Lahikasının son mektubunda Bediüzzaman Said Nursî iman hizmeti noktasında elem ve ıstırap verici bazı hadiselerden bahseder. Âtıf Ağabey’den Beşinci Şua risalesini -güya- okumak için alan bir başçavuşun karakola şikayeti ile başlayarak büyüyen hadiseler, Nur Talebelerinin hanelerinde mütemadiyen yapılan aramalar, Risale-i Nurların “sırran tenevveret” perdesi altına girmesi, Üstadın yanına gelenlerin tarassud edilmesi ve Üstadın zehirlenmesinden mütevvelid ateşli ve konuşmasına mâni olacak kadar şiddetli hastalığı gibi hadiseler karşısında ciddi bir teselliye ihtiyaç hâsıl olmuştur. Bediüzzaman bu elem verici hâdiseleri hikaye ettiği aynı cümleyi böyle sürdürür: “Cenab-ı Erhamürrâhimînin rahmetiyle, şimdiye kadar devam eden inâyet-i İlâhiye himayeti ve rıza, teslim, tevekkül ve ihlâsın verdikleri teselli, bütün o müz'iç şeyleri akîm bıraktı. Kemâl-i ferah ve istirahatle "Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler" deyip, kemâl-i teslimiyetle müsterih olduk. Siz de öyle olunuz, fütur getirmeyiniz.”
Said Nursî, ‘İhtiyarlar Risalesi’nde ihtiyarlık ve gurbetten, sürgünde olmaktan gelen elim halini tasvir ettikten sonra imdadına gelen teselliyi bu ifadelerle anlatır:
“Bu gurbet gurbet içinde ve bu hüzün hüzün içindeki vaziyetten bir rica, bir nur aradım. Birden, iman-ı billâh imdada yetişti. Öyle bir ünsiyet verdi ki, bulunduğum muzaaf vahşet bin defa tezâuf etseydi, yine o teselli kâfi gelirdi.”[i]
“İşte bütün ihtiyarlığımdan ve firak belâlarından gelen teessürâtıma, bana nur-u iman tam kâfi geldi; kırılmaz bir rica, kopmaz bir ümit, sönmez bir ziya, bitmez bir teselli verdi. Elbette sizlere ihtiyarlıktan gelen karanlık ve gaflet ve teessürat ve teellümâta, iman kâfi ve vâfidir. Asıl en karanlıklı ve en nursuz ve tesellisiz ihtiyarlık ve en elîm ve müthiş firak, ehl-i dalâletin ve ehl-i sefahetin ihtiyarlıklarıdır ve firaklarıdır.”[ii]
Mehmed Feyzi Ağabey farklı risalelerden nasıl istifade edip kuvvet aldığını anlattığı bir mektubunda İhtiyarlar Risalesi için bu satırları yazar: “Hem hakikaten ömrü kırkıncı sene-i devriyesinde müthiş bir tarzdaki maddî ve mânevî hastalıklarıma herbir ricasında ruha ve kalbe binler nur-u tevhidi ve ziya-yı teselliyi serpen İhtiyarlar Risalesi…”[iii]
Her bir ricası tesirli bir ilaç ve bir teselli olan İhtiyarlar Lem’asında Bediüzzaman kendi derin manevî yaralarından ve elim hallerinden hilaf-ı âdet bahsediyor. Bundan maksadı; ne kadar dehşetli yaralar ve hastalıklar olsa da iman hakikatlerinden gelen manevî ilaç ve tesellilerin kâfi ve vâfi olacağını göstermektir. Hatta ihtiyar ve aciz durumda bulunanlar şimdiki hallerinden yüz derece daha ziyade fena bir halde de bulunsalar Kur’an’dan gelen ve Risale-i Nur eliyle kendilerine sunulan ilaçlar, teselliler o dehşetli yaralara müessir bir merhem olur.
Bir başka risalede Firak ve zevalden gelen elemlere karşı hakiki teselli böyle ifade edilmektedir: “Ben firaktan, zevâlden çok inciniyorum. Halbuki, sevdiğim dünya ve dünyeviyeler, mufarakatla beni bırakıp gidiyorlar. Ben de gideceğimi biliyorum. Bu pek elîm ve canhıraş meyusiyete karşı, birden saadet-i ebediye ve hayat-ı bâkiye müjdesini zât-ı Ahmediyeden (asm) işitmekle kurtuluyorum ve tam teselli buluyorum.”[iv]
Âyet-i Hasbiye Risalesi olan Dördüncü Şua da baştan sona tesellilerle doludur. “Hasbünallahü ve ni’mel vekîl” âyet-i kerîmesinden gelen teselliler acz ve fakrdan, ihtiyarlık ve hastalıktan, zeval ve fenadan, aşk-ı bekâ, muhabbet-i vücud ve iştiyak-ı hayat’tan gelen elemleri izale eder. İnsanın fıtratındaki beka aşkı insana bazen elem verir çünkü insan fanidir. Vücuda (varlığa) olan fıtri aşk, kendi zâtî bir vücudu olmadığından elem verir ila ahir. Bütün bu elemlere ve endişelere teselli olacak hakikatler âyet-i hasbiye’de mevcuddur. Bu âyetin ne cihetle teselliye medar olduğu mufassal bir şekilde Dördüncü Şua’da izah edilmiştir.
Risale-i Nur’dan yani îman hakikatlerinden gelen teseliye herkes muhtaçtır ama bazı insanlarda bu ihtiyaç daha şediddir:
“Risale-i Nur'daki hakikî teselliye mahpuslar çok muhtaçtırlar. Hususan gençlik darbesini yiyip taze ve şirin ömrünü hapiste geçirenlerin, Nurlara ekmek kadar ihtiyaçları var.”[v]
Bediüzzaman, Nur Talebelerine teselliye medar olacak mektupları sık sık okumalarını tavsiye eder: “Siz, küçük mektuplar risalesinde medar-ı teselli ve sabır ve tahammül için yazılan parçaları dikkatle ve tekrarla okuyunuz.”[vi]
Kur’an hakikatlerinin neşrine çalışan Nur Talebeleri’ne en büyük teselli yine Kur’andan gelmektedir. Âyetlerin zâhirî manalarının verdiği teselilerin yanısıra remzî ve işârî manalar ve âyetlerin cifir ve ebced değerlerinin işaret ettiği, zamanımıza bakan, müjdeler her daim Nur Talebelerinin en büyük tesellicisi olmuştur. Bir misali:
“[vii] اِنَّ حِزْبَ اللهِ هُمُ الْغَالِبُونَ ; Bu âyet meâliyle hizbullahın zâhirî mağlûbiyetinden gelen meyusiyeti izale için kudsî bir teselli verir ve hizbullah olan hizb-i Kur'ânînin hakikatte ve akibette galebesini haber verir ve bu asırda hizb-i Kur'ânînin hadsiz efradından Resâili'n-Nur şakirtleri tezahür ettiklerinden, bu âyetin küllî mânâsında hususî dahil olmalarına bir emâre olarak, makam-ı cifrîsi olan bin üç yüz elli (1350) adedi ile Resâili'n-Nur şakirtlerinin zâhirî mağlûbiyetleri ve bir sene sonra mahpusiyetleri içinde mânevî galebeleri ve metanetleri ve haklarında yapılan müthiş imha plânını akîm bırakan ihlâsları ve kuvve-i mâneviyeleri tezahür etmesinin Rûmî tarihi olan bin üç yüz elli (1350) ve elli bir (51) ve elli iki (52) adedine tam tamına tevafuku elbette şefkatkârâne, teselliyettârâne bir remz-i Kur'ânîdir.”[viii]
Birinci Şua’daki âyetlerin ekserisinde bu gibi teseliler ve müjdeler vardır. Âyetlerin müjdeli ve tesellidarane işaretlerinin izahları uzun olmasından bu misal ile yetiniyoruz.
Kur’an, hizmetkârlarına bakıp onlara teselliler verdiği gibi Kur’an’ın gayb-âşina nazarı olan mühim tilmizleri de gelecekteki Kur’an talebelerine teselliler ve müjdeler verirler. Yirmi sekizinci Lem’a’da Hazret-i Ali’nin (kv) iki kasidesinde Risale-i Nur’a işaret eden fıkralar, vech-i delaletleri ile beraber izah ediliyor ve deniyor ki : “Elbette bu mezkur dokuz hakikat gayet kat'i bir surette netice verir ki Hz. Ali (r.a.) Ercüze ve Celcelûtiye'sinde Risale-i Nur'u alkışlıyor, haber veriyor ve müellifi ile konuşuyor, teselli ediyor.”[ix]
Gavs-ı A’zam Abdülkâdir-i Gaylânî Hazretleri bundan sekiz yüz seve evvel yazdığı bir kasidesinde gayb-âşina nazariyle kendinden sonraki zamanları görüyor ve bu zamandaki Kur’an hizmetkarlarını muhatap alarak onlarla konuşuyor:
“Şu acip kasidesinin âhirindeki şu beş beyitte beş kelime, medar-ı nazar-ı Şeyh ve mahall-i hitab-ı Gavsîdir. Ve o beş kelime ise,لِمُرِيدِى ve وَمُرِيدِى ve وَمُنْشِدًا ve وَقَادِيرِىٌّ ve وَسَعِيدًا...lâfızlarıdır. Said'in dahi iki lâkabı olan "Nursî", "el-Kürdî"; iki ismi "Molla Said", "Bediüzzaman" bu beş kelimede bulunur. Hazret-i Gavs'ın medar-ı teveccüh ve hitabı olan şu beş kelimesinde, âşikâr bir surette, mezkûr iki isim ve lâkab, ilm-i cifir kaidesinde makam-ı ebced ile görünmesi şüphe bırakmıyor ki, Hazret-i Şeyh kasidesinin âhirinde onunla konuşuyor, ona teselli verip teşci ediyor, وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ sırrıyla muvaffakıyetine teminat veriyor.”[x]
Aynı Kasidede Hazret-i Şeyh; Hulusi Ağebey, Sabri Ağabey, Süleyman Ağabey ve Bekir Ağabey’lere de onların vasıflarını zikrederek işaretler ediyor.
Afyon hapsindeki arkadaşlarına Said Nursî böyle tavsiyede bulunur:
“Siz de mümkün olduğu kadar sabır ve tahammüle ve bu tarz-ı hayata alışmaya ve Nurları yazmak ve okumaktan teselli ve ferah bulmaya çalışınız.”[xi]
“Çocuk Taziyenâmesi” olan On Yedinci Mektub küçük yaşta evladı vefat edenler için fevkalade müessir teselliler mecmuasıdır.
Netice olarak; biz de gerçek teselliyi ancak îmanda ve îman hakikatlerinde bulabiliriz. Teslim, tevekkül ve rızayı netice veren Allah’a ve ahiret gününe îman bizim için en büyük teselli kaynağıdır ve öyle de olmalıdır. Hisleri iptal eden, beşerin acz ve fakr, fena ve zeval gibi hakikatlerini muvakkaten unutturmasından başka hiç bir tedavi ediciliği bulunmayan teselli yolları, ızdırap ve elemleri ancak çoğaltarak biriktirir ve âni bir sarsıntı ile uyandığında insanı tahammülsüz elemlere gark eder. Halbuki, Allah’a ve meleklerine îman ile, Peygamberimiz’in (asm) tesellileri ve rehberliği ile, Kur’an’dan gelen semavî teselliler ile, ahirete îman ve kadere îman ile teselli olmaya gayret eden bir mü’min hem dünya hem de ahiret saadetine nâil olur.
Bir sahibi ve koruyucusu olduğunu bilmek ve O’nun hikmetine itimad etmekten, Rahmet ve şefkatini hissetmekten başka insanı ne teselli edebilir ki?
Hazret-i Mavlanâ’nın bir sözü ile yazımızı tamamlayalım: “Teslim olduğun ne ise teselli bulduğun odur. Ve teslimiyet Allah’adır. O’na teslim ol ki teselli bulasın..”
NOT: Bu yazı ile beraber Kastamonu Lahikası Düsturları yazı dizimiz hitama eriyor. Elbette bu lahikadaki düsturlar kaleme aldığımız yazılardakinden ibaret değildir.
[i] Tarihçe-i Hayat s.237
[ii] Lem’alar s.396
[iii] Emirdağ Lahikası 2, s.532
[iv] Şualar s.778
[v] İman ve Küfür Muvazeneleri s.64
[vi] Şualar s.421
[vii] "Şüphesiz Allah'a tâbi olan topluluk gerçek galiplerin tâ kendisidir." Mâide Sûresi, 5:56.
[viii] Şualar s.860
[ix] Sikke-i Tadik-i Gaybî s.189
[x] Sikke-i Tasdil-i Gaybî s.214
[xi] Şualar s.637