Yağmurla yürüyüş

Afife ARTIK

Pencereyi okşayan yağmur taneleri yavaşça süzülüyordu. Yağmur nezaretinde yürümek onun için büyük bir keyifti. Elbette şemsiye almayacaktı. Yağmurun altında arınmak, paklanmak; kalb ve ruhunu tazib eden manevî kirlerden kurtulmak istiyordu. Her zaman telaşlı ve hızlı olan adımlarını teskin etmeye çalışarak ağır ağır yürüyordu tenhalaşan sokaklarda.

Yalnız kaldığı zamanlar zihni daha karışık, düşünceleri daha hızlı idi. Bunun ekseriyetle şeytanın telkinâtından kaynaklandığını fark etmesi yıllarını almıştı. Yalnızlığın boşluğundan istifade eden şeytan, bir iç muhasebe olarak başlayan diyaloğu fark ettirmeden derin kuyulara doğru çekiyordu. Neticesinde kendini derin bir hüzün ve pişmanlığın alâmeti olan göz yaşlarına boğulmuş olarak buluyordu.

Bir kez daha böylesi bir girdaba kapılmamak için iç sesinin durulduğu, huzur bulduğu mekanlardan biri olan camiye yöneldi. Sessizlik… Başıboş kalmadığı bir yalnızlık ve huzur hâli… Burada yalnız olmasına rağmen başıboş değildi çünkü bulunduğu mekanın bir sahibi vardı. Kâinatla birlikte ahenkli bir şekilde kendisini çekip çeviren, sevk eden, muhafaza eden bir Rabb. Elbette her mekânda ve her daim bu tasarruf vardı ve huzur-u dâimi yolu her zaman açıktı ama cami bu tasarrufun bir sükunet içinde daha net idrak edilebileceği bir yerdi çünkü bu manalara perde olan çeldiricilerden azade idi.

Sadece sessizce oturdu. Buradaki sessizliği hiç de dışarıdaki sessizliğine benzemiyordu. İç sesi susmuş, yıkıcı iç konuşmaları yerini derin bir huzura bırakmıştı. Bu güzel hâlet-i ruhiyeyi hissettiren camilerden hiç çıkmak istemez, gününü böylece burada geçirmek isterdi. Yine öyle oldu. Dünya hayatı ise böyle bir inzivaya karşı müsamahalı değildi. Buna rağmen yedi senelik medrese hayatında buna benzer bir inziva, en azından dünyadan çekilmişlik halini lütfetmişti Cenab-ı Hakk. Medresede tek başına değildi belki ama dünyadan alabildiğine uzaktı. Elbette bu uzaklık yine dünyanın içinde cereyan ediyordu ama bambaşka bir âlem içinde.

Medrese hayatından sonra büyük bir boşluk ve dünyaya gabileşmiş olmanın sersemliği içine düşmüştü. Hayal ettiği yaşamın pek uzağındaydı şimdi. Çantasını koluna takıp derslere gidip gelmek büyük bir acı veriyordu ona. Halbuki o daima orada olmalıydı, bu git geller sarsıyordu onu. Elbette bu sarsılmada bir mükemmeliyetçilik ve olanı gönül rahatlığıyla kabul edememek de rol oynuyordu. Halbuki kadere teslim, kazaya rıza bu ıstıraptan kurtarırdı onu.

Camide uzunca vakit geçirdikten sonra şükür üzere camiden çıktı. Buradaki hali ile dışarıdaki halini mukayese etmeye başladı. Daha geçen gün soğuk havada kimsenin olmadığı büyük bir parkta ağlayarak haykırmıştı kendine: “kaçamazsın kendinden, dünyada berzahta ahirette berabersin. İstediğin kadar uzaklara git, kaç yine de kurtulamazsın.” Kendini bildi bileli sürekli bir kendinden memnuniyetsizlik hâli, kendinden kaçma isteği… Bununla birlikte kusur aramak için bile olsa nazarının sürekli kendi üzerinde olması ciddi bir ego sorununun habercisiydi belki/belli ki. Evet kötülüyordu, beğenmiyordu güya kendini peki ama sevmediği bir şeyle neden bu kadar ilgileniyordu? Neden hislerine ona göre yön veriyordu? Çelişkili bir durumdu. İnsan elbette nefsini terbiye etmeye çalışmalı idi ama yolu bu olmasa gerekti. Bu yol zihnini, kalbini ve kalbinden neş’et eden hislerini çok yorduğuna ve rencide ettiğine, aslî vazifelerini sekteye uğrattığına göre doğru bir yol olamazdı öyle değil mi?

Her insan kendi içinde çalkantılar yaşar, kendini sorgular ve mihenge vurur ama bunu doğru kriterlere göre yapmazsa içindeki hassas mizanlar bozulur. Kendini doğru yerde konumlandıramayan insan başka insanları, hâdiseleri ve hatta kâinatı da hakikatlerine uygun değerlendiremez. Bu minvalde düşündüğünde kendilik algısının hakikate uygun olmadığını fark edebiliyordu. Bu farkındalığına rağmen iç âleminde kendini dövmeye öyle alışmıştı ki çıkması kolay olmayacaktı.

Yağmur hafiflemişti şimdi. Mis gibi toprak kokusu her tarafı sarmıştı. Şu anda toprak kokusu her tarafı sardığı gibi bir gün de toprak bizi sarıp sarmalayacak diye düşündü. Ne vardı ki heybesinde? Ne ile gidecekti öte âleme! Gerçekten her şey için çok mu geç diye düşündü. Evet böyle gelmiş belki ama böyle gitmemesi için elden hiçbir şey gelmez miydi?

İnsan her an tercihlerini değiştirebilir, yüzünü batıdan doğuya çevirebilirdi. Hem kendi hayatında, hem tarihte hem de çevresinde büyük değişimler yaşayanlar az mıydı. Madem ki yanlış giden bir şeyler vardı ve bu gidişat âhir akıbet açısından pek de parlak görünmüyordu öyle ise derlenip toparlanmak için bir yerden başlaması gerekiyordu...

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.