Hayat hayat ise ölüm de ölüm. İstisnai bir durum değil ölüm; nefis taşıyan herkesin tadacağı bir şey. Zamanda gizli, mekânda gizli; o gizlilik olmasa hayatta nasıl yaşanırdı?
Mülk suresinin başında geçende ayetin ifadesi ile ölüm hayat gibi yaratılmış bir mahlûk, hatta ölüm önce zikredilir sonra hayat, düşündürücü değil mi?
Neden yaratılmıştır ölüm ve hayat? “Ahsenü amela” kim daha ahsen amel işleyecek diye, hasen denmiyor “ahsen” daha güzel deniyor.
Ölüm öldürülünceye kadar hayatla ölümün bu yürüyüşü devam edecek; yol en güzel amel işleme yolu. Bu yoldan düşen hayatta ölmeden önce düşmüştür; ne kadar yaşasa ne kadar zevk alsa da asıl ölüm, kaybedişe yakındır!
Ölümün ve hayatın sırrını ererek en güzel amel işleyen, sıratın üzerinde düşmeden ilerleyendir. An be an, gün be gün sürer bu akış.
Omuzda “halifelik” gibi bir emanet vardır, onu sahibine temiz teslim etmek gibi de yükümlülük. Hayat başladığı anda ölümün nefesi ensededir hatta ondan da yakın. Gizemi gizliliğinde, rızık gibi…
Oysaki insan yaratılmazdan önce rızkı yaratılmış; rızık endişesi ömrün çoğunu kaplar, asıl endişe edilecek olanı unutturur o koşuşturmaca. Helal yoldan kanaatle onu aramak, cömertçe infak etmek de salih bir amel.
Kanaat, iktisat, tevekkül ne tükenmez bir hazine. Çoğu zaman bundan gaflet içinde olur, hayatımızı heder ederiz ölüm hatırımızdan çıkmıştır çünkü.
İnsan nisyanla malul denir; halifelik emanetini unutmak, ölüm dersini hatırdan çıkarmak, hayat hakikatinden gafil olmak, kul olduğunu şuurunu yitirmek; böyle bir ömür nasıl geçer?
Ölüm, hayat dersi herkesin anlayacağı bir ders; bunun için mektebe, medreseye, hocaya gitmeye gerek yok; gökyüzü gibi net onun alfabesi ve yeryüzü gibi geniş okulu.
Gece gibi gerçek, kış gibi net dersi uyuyanlar anlamaz, oyunlarla avunanlar dinlemez; vakıa ekseriyet bu hal üzere.
Ölümün hayata dokunuşu, hayatın ölümü okuyuşu bitmeyen meddücezir; kainat defteri kıyametle kapanınca bitecek bu gel git!
Kim daha güzel amel işleyecek bütün mesele bu.
Hayatta olanlar bu hal üzere, vefat edenler bu hal üzere vefat etmişse ne mutlu.
Ağabeyim Eyüp ağabeyin yakın zamanda “gayba” intikali ile ilgili giriş cümlesi yazmak isterken kelimeler uzadı; iç serencama dönüştü, nefsimle yüzleşmeye evirildi.
Şiir, neşe, tebessüm, ikram ve cömertlik; ondan bana kalan kareler. İşyerine öğle civarı gidin; sizi yemek yedirmeden göndersin mümkün mü!
İkramı sadece yemekten ibaret değildi; akla, gönle hitap eden kitapları hediye vermekle sürdürürdü ikramını.
Risale okur, şiir okur, sohbet eder, çokça espri yapar; kedinin gezindiği, bazen kuşların coştuğu, akvaryumda balıkların adeta raks ettiği, hat eserleriyle süslü çalışma odasında... Pencere önünde çok sayıda kuş, uzakta Uludağ manzarası...
Başka bir mekandı mekanı.
O mekanda bizi hep hoş karşıladı, çokça tebessüm ettirdi, bolca ikramda bulundu, aynı hoşlukla uğurladı.
Duamız; Rahman ü Rahim olan Rabbimiz de onu öyle karşılamıştır inşaallah.
Yeni mekanın nur olsun, cennet olsun inşaallah Ağabeyim Eyüp ağabey.