Onlar üzerinden ihtilâf hizmet değil, zarardır.
İfâde-i merâm: Bir önceki “Ağabeyler, neden Fethullah Gülen’i farkedemediler?” yazımıza mukâbil gelen belki yüzlerce müsbet geri dönümlere bedel, bâzı i’tirâzların ve menfî söylemlerin ve birtakım serzenişte bulunan kardeşlerimizin de varlığından bendenize gönderdikleri husûsi mektûbları sâyesinde haberdâr oldum. Bu kudsî hizmette “Sizin hayrınız da azim, hatanız da çok azimdir, çok dikkat etmeniz lazım” [1] düstûrunun bizlere bakan cihetiyle bu yazıyı kaleme alarak umûm kardeşlerimizin basîretlerine ve istifâdelerine takdîm ediyorum..
Risâle-i Nûr eserlerinin te’lif sürecinde de, neşir sürecinde de istihdâm edilen, saff-ı evvel ve saff-ı sânî nâmlarıyla yâd edilen ve bu kudsî hizmette bulunmaları hiç şüphesiz ki tesâdüf olmayan ve herhangi bir mecbûriyet tahtında da hizmet ettirilmedikleri âşikâr olan bu bahtiyar, gönüllü ve gayretkâr ağabeylerimizin, bu dâvâdaki istihdâmları şüphesiz ki mukadderât-ı İlâhiyedir, takdîr-i İlâhiyedir.
Risâle-i Nûr eserlerinin mâhiyetini, keyfiyyetini ve makbûliyetini bildiğimiz ve şâhit olduğumuz kadar, bu ağabeylerimizin de Hazret-i Üstâd’ımız ile birlikte bu dâvâ ve hizmet uğruna hayatlarını fedâ ettiklerini iyi biliyoruz.
Yalnızca şimdiyi gören gözlerle değil, bütün bir süreci içine alır ve hatta kıyâmete kadar sürecek bu kudsî dâvânın bütününü gören gözlerle baktığımızda, herbir ağabeyin kendi hayat sürecinde vazîfesini deruhte ettiğini ve edeceğini ve bu hizmetin ilkleri olma hasebiyle de kıyâmete kadar hasenâtına hissedâr olup, kendilerini himâye eden Üstâdlarının yanına vâsıl olacağını da biliyoruz ve bilmemiz lâzım.
Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şân’dan tereşşuh eden ve âhirzamânın en mühîm vazîfelerinin bir tohumu, fihristesi ve bir programı hükmünde olan Risâle-i Nûr eserlerinin mübârek sayfalarının içinde isimleri kaydedilmiş ve mücâhede-i dîniyelerinden haber veren ve Hazret-i Üstâd’ın da bizzat iltifâtlarına mazhâr olmuş ve güzel sıfatlarla anılmış bu kıymetdâr has talebeleri ve ağabeylerimizi, elbette ki Bedîüzzaman Said Nûrsî Hazretleri sâhipsiz bırakmayacaktır.
Diğer bir mânâ itibâriyle de, çileli hayâtında kendisine yoldaş ve yardımcı olan ve çok meşakkatli, işkenceli bir hayatı birlikte paylaştığı ve her türlü hizmetini de bütün gayretleriyle deruhte etmeye çalışan bu has talebelerini unutmayacak ve onlara sâhip çıkacaktır..
Hazret-i Üstâd’ın, Molla Hamid’e söylediği şu sözleri hatırlayalım: “Benimle gelen perişan olmaz. Benimle gelen arkadaş rûz-u mahşer’de perişan olsa, o benim sırtımın yükü olsun. Yeter ki o bu dâireye olan ahdini bozmasın.” [2]
Bizlere gelince ise; biz nûr talebelerinin tarz-ı harekâtını ve fikrini ve kalbini tanzîm eden Risâle-i Nûr, bizlere dâima hüsn-ü zann etmeyi ve müsbet hareket etmeyi ihtâr ve tavsiye etmiş. Hassasiyet-i ilmiye‘den süzülen kanaatlerimiz ne olursa olsun dâima “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir” [3] diye ders vermiş.
Mâdem menfî hareket mesleğimizde câiz değildir, Nahl Sûresi 93. âyetin “Yaptıklarınızdan mutlaka sorguya çekileceksiniz.” ihtârına da binâen, o vakit kontrolsüz hissiyatların taşkınlıklarından çıkan kelâmları etrafa saçmamak gerektir… gerektir ki; sâhibini de, bu kelâmlarla sürüklenenleri de mes’ûl etmesin ve şahs-ı manevî’ye zarar vermesin, “şuursuz olarak, şuurlu düşmana yardım” hükmüne geçmesin..[4]
Ulu orta heryerde, sosyal medyada, umûm nazarlar veya gözler önünde, ağabeylerin hatta kim olursa olsun bir Mü’min’in şahs-ı mânevîsini rencide etmek, ne hakîki bir nûr talebesinin, ne de bir Mü’minin vasfı değildir..
Hazret-i Peygamber aleyhissalâtu vesselâm buyuruyor: “Ribanın en kötüsü, haksız yere Müslümanın ırzını (manevî şahsiyetini) rencide etmektir.” [5]
Risâle-i Nûr’da ise, “Her Nûr talebesi, hükûmetin, nizam ve intizâmın tabiî birer muhâfızıdır; asâyişin manevî bekçisidir.” [6] diyor Hazret-i Üstâd.. Peki, hükümetin, nizâm ve intizâmın mânevî bekçisidir de, aynı zamanda bu kudsî dâirenin ve hizmet-i nûriyenin nizâmının ve intizâmının, asayiş ve huzûrunun da bekçisi değil midir?
Eğer buna dikkat etmezsek kim kaybeder?
Ve kimler kazanır?
Ve şahs-ı manevînin eline fitneden başka ne geçer?
Abdullah bin Ömer'den radıyallahu anhu rivâyet edilen bir hadîste Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Ölenlerinizi iyilikleriyle, güzellikleriyle anınız, kötülüklerini, hatalarını zikretmekten kaçınınız." buyurmuştur. [7]
Hadîsin ihtârıyla bizlere düşen, yalnızca güzellikleri zikretmek ve yaymaktır..
Bakınız Risâle-i Nûr bize nasıl ders veriyor: “Ey insafsız adam! Şimdi bak ki: Mü'min kardeşine kin ve adâvet ne kadar zulümdür. Çünki nasılki sen âdi küçük taşları, Kâ'be'den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhûd'dan daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de: Kâ'be hürmetinde olan îmân ve Cebel-i Uhûd azâmetinde olan İslâmiyet gibi çok evsâf-ı İslâmiye; muhabbeti ve ittifâkı istediği halde, mü'mine karşı adâvete sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bâzı kusuratı, îmân ve İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu aklın varsa anlarsın!..” [8]
Eğer Hazret-i Üstâd’ımızın mâhiyetini ve keyfiyyetini hatırdan çıkarmazsak ve kendisine olan gönül ve kalbi bağlılığımız ve muhabbetimiz de hakîki ise, onun seçim ve tercihindeki hikmetlere itimâd etmeyi ve hizmeti teslîm ettiği has talebelerini de birer emânet olarak bilmemiz gerektiği kanaatindeyim. Evet, nazarımızda ağabeylerimiz emânetü’l-Üstâd’dır.. Zirâ, ağabeylerimiz bu hizmetin ilk yapı taşlarıdır ve bu hizmetler için çileli bir ömür sürmüşlerdir ve bu hizmetlerin ilk inşâasında istihdâm edildikleri gibi, şimdilerde ayaklarımızı bastığımız ve üzerinde yürüdüğümüz bu zeminin bedelini de onlar ödemişlerdir..
Hazret-i Üstâd’ımızdan bahsedildiği zaman, ağabeylerin gözlerinin ıslandığına şâhid oldum, bizlerin de gözleri yaşarıyor.. Demek ki aynı zât’ın cübbesi altındayız, yâni hepimiz nûr kardeşleriyiz..
Hem önümüzde bu kudsî hizmetin ikinci ve üçüncü vazîfeleri vardır. Bütün enerjimizi, dikkatimizi ve tasarrufumuzu bu vazîfelerin hizmetlerine sarf etmemiz lâzımdır der, hepinize binler selâm ederim…
[1] Ağabeyler Anlatıyor-1, Ömer Özcan, “Bayram Yüksel”
[2] A.g.e
[3] Emirdağ Lâhikası-2
[4] Mesnevi-i Nûriye, Hubab
[5] Sünen-i Ebû Dâvud, Kitâbü’l-Edeb
[6] Tarihçe-i Hayat, Tahlîller
[7] Sünen-i Tirmizî, Kitabü’l-Cenâiz; Sünen-i Ebû Dâvud, Kitâbü’l-Edeb
[8] Mektûbât, Yirmiikinci Mektûb, Birinci Mebhâs, İkinci Vecih