Meteşabih ayetlerin zamanla tahakkuku ve sırlarının anlaşılmasıyla nasıl muhkem hale geliyorlarsa mucizeler de adetullah veya mahlukata, kainata dair sırların keşfiyle birlikte belgeleniyorlar veya izahları mümkün hale geliyor. Bunlardan birisi de Medine-i Münevvere’de minber yapılmadan evvel Peygamberimizin yaslanarak hutbe okumuş olduğu hurma kütüğünün (ciz’un nahle) ağlaması ve Peygamberimizin onu çocuk gibi teskin etmesidir. İlim erbabının ağaçları incelemesi üzerinden bu mucize de sır olmaktan çıkmış ve hakaik makamına yükselmiştir. Unutulmamalı ki, Hazreti Peygamberin veya peygamberlerin cansızlarla da farklı boyutlu bir münasebeti ve ilişkisi vardır. Hazreti Musa’nın marifetli asası böyle bir şeydir. Canlanan ve yılan haline gelen bir özelliği vardır. Hatta bundan dolayı ilk başta Hazreti Musa Aleyhisselam bile yılan gibi hareket ettiğinde tedirgin olmuş ve ürkmüştür. Bu ürkme eşyanın künhünü veya yapısını ilk anda anlamamakla alakalıdır. Allah sonra Hazreti Musa’ya (Aleyhisselam) bunun bilgisini vermiş ve korkmamasını telkin etmiştir. Asa elinde Firavuna karşı Allah’ın marifetli bir askeri haline gelmiştir. Peygamberimizin de hurma kütüğü (ciz’un nahle) gibi eşya ve cansız mahlukatla farklı boyutta münasebeti ve onun ötesinde tanışıklığı yani muarefesi vardır. Bu nübüvvetten kaynaklanan bir haldir. Peygamberlerle eşya arasında mahrem bir ilişki biçimi vardır normal insanlar bunun farkına varamaz. Peygamberimizin Sidretü’l Müntehaya varması gibi. .
Peygamberimizin hurma kütüğü gibi dağ olarak Uhud ile de mahrem bir ilişkisi vardır. Birkaç defa Uhud’a özel olarak hitap etmiştir. Sallanmaması yönünde ikaz etmiş ve üzerinde iki şehit olduğunu söyleyerek zımni olarak onlara hürmette kusur etmemesini ihtar etmiştir. Bir defasında da “Biz Uhud’u, Unud da bizi sever’ buyurmuşlardır. Mekke’yi istemeden terk ederken de gözleri dolu dolu bir biçimde ‘Kavmim seninle arama girmeseydi asla seni terk etmezdim’ buyurmuşlardır. Bu rahmetellilalemin sırrı ve onun bir tezahürüdür. Bazen en yakınınızdaki canlılar hatta akrabalarınız bile sizi anlamakta zorlanırlar. Adeta onlarla sizin aranızda kavuşumu engelleyen bir berzah vardır. Bazen da Allah kimine ve özellikle evliya, asfiya ve hususen peygamberlerine eşya ile aradaki berzahı kaldırıyor ve denizler birbirine kavuşuyor. Kıyamet koptuktan sonra bütün berzahlar açılacaktır, kavuşmayanlar kavuşacaktır.
İlim adamları, Peygamberimize ağlayan hurma ağacının sırrını çözdüler. Bizim gibi onların da ahu figan ettiğini ve ağladığını keşfettiler. Ağaçların da yüksek rutubete maruz kaldıklarında, kuraklık veya susuzlukla karşılaştıklarında insan gibi refleks verdiğini tespit ettiler. Fransız ilim adamları bu durumlara maruz kalan ağaçların sesi aşan dalgalar yaydıklarını fark ettiler. Ağacın ağlamasını çığlık olarak nitelendiriyorlar. Grenoble Üniversitesinden fizik bilimci Philippe Marmottant ağaçların da bizim gibi ağladıklarını ve çığlık attıklarını tespit etti. Bununla birlikte bu sesleri algılamak için normal insanın kulağından yüz kat duyarlı bir cihaza ihtiyaç olduğunu söylüyor. Böyle bir cihazın bulunmasıyla birlikte mikroskop üzerinden mikro varlıkların görülebilmesi gibi burada da mikro ses dalgaları duyulabilecek. Bu da insanların ihtiyari olarak tasdik etmedikleri mucizeleri ızdırari olarak tasdik edecekleri anlamına geliyor. Fransız ilim adamı Philippe Marmottant çürümüş çam ağaçlarından parçalar alıyor ve bunları hidrojele arz ediyor ve bunun sonucunda çam parçacıklarından rahatsız edici sesler çıkıyor. Kurutma işlemi sırasında gürültü hava kabarcıklarından çıkıyor; önce yükseliyor sonra da birden sönüyor. Ağaç yaprakları karbondioksit alırken ağızlarını açıyorlar. Bu da su kaybına neden oluyor, suyu da kökleri vasıtasıyla temin ediyorlar.
Modern bilimin ispat ettiği şey mucize olarak Medine’de yaşanıyor. Hazreti Peygamber (ASM) hurma ağacına yaslanarak konuşuyor ve hutbe okuyor. Sonra minber yapılınca minbere intikal ediyor ve bunun üzerine terk edilmişlik hissine kapılan hurma kütüğü cızırtı çıkarmaya başlıyor. Ve zamanla bir mucizenin kahramanı haline geliyor. Bunun üzerine minberinden inen Peygamberimiz ağacı sıvazlayarak teskin ediyor. Peygamberimizin bu hareketinden sonra ağaç itminana ererek cızırtı ve gıcırtı sesini kesiyor. Elbette mücerret gözle mikro organizmaları göremiyoruz. Belki makro alemi de göremiyoruz. Kulak da öyle. Bazen şahidi gaibe mukayese ettiğimiz için neş’etül ahire faslında kulaklarımızın yeni bir modelle yaratılacağını unutuyoruz. Keza gözlerimizin de. Müminlerin ahirette Allah’ı görüp göremeyecekleri yönündeki akim tartışmanın nedeni de yine şahidi gaibe kıyas etmekle alakalı. Bu ret ve inkar eğilimi, ahiret yurdundaki kulaklarımızın bugünkü kulak veya ahiret gözlerimizin bugünkü göz veya ahiret yüzümüzün bugünkü yüz olarak tasavvurumuzdan kaynaklanıyor. Ama mikro aleme indikçe atıl potansiyelimizin de varlığını keşfediyoruz. Sözü kanıt makamındaki ayetlere bırakalım:
وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا
Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîm’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.
سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi?