Yanlış hatırlamıyorsam Tolstoy’a atfedilen bir cümle vardı. “Acılar paylaşıldıkça azalır ilah.” İtiraz etmiştim bu hükme. Acılar değil sevinçler paylaşılırdı oysa. Acı paylaşılmazdı kanaatimce. Belki yanı başınızdaki eş–dost, acılarınız karşısında ağlardı ve siz de bir parça ferahlar gibi olurdunuz ama bu durum hiçbir zaman için acılarınızı azaltmak demek değildir.
Acıları paylaşmak derken annelerin özel bir konumu vardır. Anneler… Evet annelerle acılarınızı paylaştığınızda yarıya düşmez, aksine ikiye katlanır. Artık acınız bütün özellikleriyle annenizin yüreğinde aynı mahiyette ve hacimde yaşar.
Peyami Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” isimli romanını orta 3. sınıfta okuduğumda o günden beri hatırımdan hiç çıkmayan bir bölüm vardır. Romanın kahramanı sağ bacağından mustariptir ve kesilme ihtimali de vardır. Peyami Safa, anne-oğul ikilisinin bu musibetin çevresinde yaşadıkları duygusal davranış modellerini sergiler. Bu bölümün başında bir cümle vardır. “Annelere anlatılan kederler taksim değil zarbedilmiş olur” diye. Gerçekten acılar ve kederler annelere anlatılınca bölüşülmüş, paylaşılmış olmaz, hafiflemez. Bilakis iki katına çıkar. İnsan bilmeden bölme işlemi yerine çarpma işlemine girmiş olur. Anneler o kederi misliyle, aynısıyla yaşarlar çünkü.
Nitekim ilerleyen bölümde roman kahramanı hastaneden eve geldiğinde annesi evde değildir ama yokluğunda annesinin neler yaşadığını odadaki eşyalardan anlar.
“Ve baktım minderde üst üste konmuş iki yastık (demek annem rahatsızlanmış ve buraya uzanmış.) Masanın yanında rafın önüne çekilmiş bir sandalye. (Demek annem en üst raftan bir ilaç şişesi almış.) Ha.. İşte masanın üstünde bir şişe kordiyal! (Demek annem bir fenalık geçirmiş.) Minderin üstünde ıslak, buruşuk bir mendil. (Demek annem ağlamış.)
Benim de bir şişeye, iki yastığa ve bir mendile ihtiyacım var. Kordiyal alacağım, uzanacağım ve ağlayacağım…”
…
“Beni bastıran keder anneme de geçti. Fakat ben bu kederimin sebebini biliyordum, o, bu kederin sebebini bilmiyordu.” (Ötüken Yay.s:.7,8,11)
Annelerin mendili gözyaşı kokuyorsa orada bir durup düşünmek lazım. Kimisi yarım kalmış mektuplar gibi öksüz, kimisi yarım bırakılmış ekmekler gibi yetimdir o annelerin. Çoğu içine atar dertlerini, sessizliğin denizine atar gibi. Ve biz onların ıstırabından habersiz denizde çalkanıp duran bir kibrit çöpü gibi zavallı zavallı yüzeriz hayatın dalgaları arasında.