Hülya Yakut Ablama “Ağladım” şiirine ve yorumuna ithafen…
Gülmek ona yakışıyorsa bana da ağlamak yakışıyormuş demek ki..
Ben ilk ağlamamı hatırlayamıyorum. Doğduğumda ağlamışım. Annem şahit olmuş buna bir de de ebem. Fakat bu ağlamak kayda değer bir şey değil. Çünkü her çocuk doğarken ağlar. Maverasına girecek olursak vardır bunun hikmeti ama anatomik olarak, bedensel bir tepkiden ibarettir. Kabaca söylersem, ana rahmindeki oksijensiz ortamdan, dünyaya doğan her bebeğin ciğerlerine dolan oksijenin verdiği acıyla ağladığı herkesçe malum. O andaki bebek ağlaması, doğumu bekleyen herkes için gülmeye, sevince yol açtığından ağlayan için değil ağlamayı bekleyenler için güzeldir. Netice olarak bu ağlamayı içgüdüsel sayarsak pek kayda değer bir vaka sayılmaz.
Hatırladığım ikinci ağlama, 4 yaşındayken bacağımdaki kemik iltihabı yüzünden çevredeki doktorlar, ocaklar, kocakarı ilaçları fayda etmeyince bir sabah alacakaranlıkta babamın kucağında gurbete tedavi için gittiğimiz anda gördüğüm ağlamaydı. Babam, otobüse binip geziye çıkacağımızı; başka yerler, başka göller, başka ormanlar göreceğimizi söylemişti bana. Oysa alacakaranlıkta, arkamızdan bir tas su dökerken göz göze geldiğimizde annemin iki gözü iki çeşmeydi. Beni giydirirken, bavulumuzu hazırlarken -yıllarca her kokladığımda zihnime çakılı gurbet kokusu imajı uyandıran- kolonyayı babama tutarken bile hiç fark ettirmedi gözlerindeki nemi. Ta ki evin kapısından geçirip sokağa çıktığımızda babamın yüzü ileriye, benim yüzüm arkaya dönük vaziyette omzunda olduğum için annemin sessizce ağladığını gördüm. Ağlayan anne gözleri kadar derin bir manzara gördüğümü hatırlamıyorum. Bu ağlama güzel değildi.
Üçüncü ağlama, ilkokul 4. sınıftayken ayağımdaki ameliyatlı yerde yine çıban, iltihap çıkmış, sancıdan gecem-gündüzüm birbirine karışmış uyku nedir bilmez olmuştum. Saatler sonra inlemekten ruhum ve beynim yorulmuş, gecenin geç saatlerine doğru her nasılsa sızıp kalmıştım. Rüyamda yemyeşil çayırlıklarda dört nala koşan at gibi bir o yana bir bu yana koşuyordum. Hasta bacağım hiç mi hiç ağrımıyordu, sapasağlamdı… İşte zindandaki bir mahkumun rüyada dışarıda dolaşması gibi bu tatlı halette iken birden hasta bacağımda müthiş bir darbe ve dehşetli bir sancı hissiyle uyandım. Meğer kan uykuda sağa sola dönerken yattığım yataktan tam da iltihaplı bacağımın üstüne düşmüştüm. Ve gecenin ıssız karanlığında feryad ü figana başlamıştım. İlk annem yetişti feryadıma. İlk o tutup kucaklayarak yatağıma yerleştirdi. Ben avaz avaz bağırdığımdan o beni teselli için uğraşırken ağlamayı unutmuştu. Bu ağlamayı da güzel bulamam elbette.
Dördüncü ağlamam, ortaokul 1. sınıfı bitirmiş yaz tatiline girmiştik. Yaz Kur’an kursuna gidiyordum. Kursun bilmem kaçınca günü baş dönmesi, kulak çınlaması, kusma derken bir gece işitir halde uyumuş, sabahında işitme engelli olarak uyanmıştım. Artık korkunç bir sessizlik hakimdi koca dünyaya. Annemin sesini kaybettiğim gibi, kuşların sesini de yitirmiştim. Ne ağlamaları duyabiliyordum ne de gülmeleri. Hayat sessiz sinema filmi gibiydi. Her şey hareket ediyor ama ses vermiyordu. Konuşanların dudakları kıpırdıyor ama ne dediklerini anlamıyordum. Sessiz dünyaya gömüleli 1 ay olmuştu. Bir gün babamın dükkanına gitmek istedim. Giyindim, kuşandım. Kapıdan çıkarken annem beni kendine çekip bir şeyler söyledi. Sesini duymuyordum, konuşmalarını anlamıyordum. Konuşmanın nafile olduğunu anlayan annem bu defa da elle, kolla, işaretlerle bir şeyler anlatmaya çabalıyordu ama ben bir türlü işaretlerle neyi ifade ettiğini de anlayamıyordum. Tam 5-6 dakika süren bu sağırlar diyaloğu denen çırpınmalar sonuç vermeyince meramını anlatamamamın verdiği hüzünle annem aniden ağlamaya başladı. Öyle ya daha 1 ay öncesine kadar bir seslenmeyle yanına koşan ben, leb demeden leblebiyi anlayan ben yani ciğer paresi oğlu taş duvar gibi karşısında çaresiz duruyordu sorgulayan, anlamaya çalışan gözlerle. Annem ağlayınca, dayanamayıp kendimi tutamadım, gözyaşlarımı salıverdim. İşitemeyişin, duyamayışın hüznü, annemin ağlamasının yanında hiç kalmıştı. Birlikte sarılarak ağladık. Çok sonra anladım ki annem kaldırımdan yürü, araba çarpmasın sana, dikkatli git demeye çalışıyormuş. Ah şu anneler… Herkes gibi ben de derim ki bu tür ağlamak da güzel değilmiş.
Beşinci ağlamama gelince. Hayır böyle saya saya gitmek kendine acındırmak olur. Bu kadar kafi. Gülerken ağladıklarımıza ayrı bir fasıl açarız. İçin için ağlayıp için için yandıklarımız da o kadar çok ki. İyisi mi ağlamak güzeldir deyip gözlerimizi dinlendirelim, gönüllerimizi de serinletelim.
Ben şahsen yalnızken ağlamayı çok severim. Issızda ve tenhada…