Gönül gözüyle görmek…
Geçen hafta yurdumun güzel bir ilçesinde 5 günlük bir hizmet içi eğitim seminerindeydim. Arkasını ormanlara, önünü denize çevirmiş bu şirin yerde Görme Engelli, İşitme Engelli, Ortopedik Engelli ve Kronik Organ vb. engelli öğretmenlerle programda buluştuk. Hemen hemen her ilden katılım vardı. Ortak noktamız engelli hakları ve karşılaşılan engellerdi.
Onlar her yerdeydiler. Lobide, salonda, koridorda, asansörde, bahçede, havuzda, denizde. Bazen el ele gurup halinde, bazen yalnız başına ellerindeki bastonlarla zemini yoklayarak yürüyorlar, birlikte oturup birlikte kalkıyorlardı. Onları görünce kendi engellerimi unutup bir kenara bıraktım. Onları izlemeye başladım.
Görme engelli kursiyer arkadaşlarımdan bahsediyorum. Onlar hayatın zifirî karanlıklarından, karanlığın pençelerinden, çaresizliğin zindanlarından kurtulup bu günlere ve buralara kadar gelmiştiler. İmkânsızlıklara rağmen çabalamış, okumuş, sınavlardan geçmiş, öğretmen olmuş, derslere girip genç beyinlere bilgi aktarıyorlardı artık.
Kâh salonda, kâh yemekhanede, kâh havuz başında, kâh seminer salonunda karşılaştıkça onları hissettirmeden seyredip her defasında farklı bir hayat dersi alıyordum. Mesela birbirlerine tutunarak guruplar halinde daha hızlı ve daha emin şekilde yol alıyorlardı. Demek hayat yolunda birlikte, dayanışma ile cemaatle olunca işler daha hızlı ve emin şekilde sonuçlanıyordu. Sabah namazını kurs merkezine yakın camide kıldıktan sonra birkaç arkadaşla cami avlusunda sabah dersi yapıyorduk. Bunlardan birinde âmâ bir arkadaşımız görme engelliler için özel imal edilmiş bir tabletten risale dersi yaptı. Parmaklarını soldan sağa sürükleyerek okuyordu. Demek insan parmak uçlarıyla da görebilirdi. İşitme engelli bir kardeşimiz okuyana yakın ayakta durmuş dersi ayakta dinlemişti. Demek insan can kulağıyla da işitilebilirdi.
Kimisi çağla yeşili, kimisi deniz mavisi, kimisi zeytin karası, kimisi taşa hakkedilmiş mermer beyazı gözleriyle etrafı mekik gibi tarıyor, sonsuzluğu bakar gibi anlatılanlara dikkat kesiliyorlardı.
Sahi onlar ne görürdü sesler, renkler ve şekiller karşısında? Rüyaları nasıldı? Soyut mu somut mu, kavramsal mı? Bunları soracaktım bir ara fakat belki de içlerinde kabuk bağlamış bir yarayı kanatırım ihtimaliyle cesaret edip bir türlü soramadım.
Gördüğüm, bildiğim ve anladığım şuydu ki hepsinin gözlerinde umut ışıltıları vardı. Hepsinin duruşunda azmin bayrak gibi dalgalanması vardı. Hepsinin gönül gözü açıktı. Hayata gülerek bakarken içlerindeki hüznü gizlemeyi de biliyorlardı.
Onlar herkes gibi aramıza karıştılar. Çay sıcaklığında sohbetler ettiler. Bazen kahkahalar attılar neşeyle, bazen sustular kederle. Ama hiç birinde yapmacıklık yoktu. Suyun akışı gibi, yağmurun yağışı, imbatın esmesi, yaprakların hışırtısı, kuşların ötüşü gibi fıtrî ve kendindendi.
Veda gecesinde ötekiler gibi onlar da şarkı söylediler. Aşklarını, hasretlerini, ümitlerini dile getiren... Bazıları piste çıkıp dans da etti, halay da çektiler.
Müziğin etkisiyle mi bilmiyorum yemek masasında onları seyrederken gözlerim doldu. Gözyaşlarımı yakınımda oturanlar fark etmesin diye başımı kaldırıp yıldızlara baktım. Siyah gökyüzündeki yıldızlar ne kadar da uzak ne kadar da yalnızdı o anda. Belki mutluluk onlara ve bana yıldızlar kadar uzaktı. Belki ışıltıları gibi yakındı. Öyle ya ta uzaklardan ümit ışıkları saçarak bizlere göz kırpıyorlardı ve gözlerimizden gönüllerimize ışık tayfları gibi geleceğe yeni ufuklar açarak yeni dünyalar kuruyorlardı yıldızlar.
Sahnede şarkı söyleyen genç bir öğretmen ritm tutmadan, hiç kıpırdamadan, kalpleri ürperten hüzünlü bir şarkıyı söylerken onun boşluğa bakan gözlerinde beklentilerinin kara deliklerini görür gibi oldum. Hangi manzaraya dalıp gitmişti ve hangi hayallerin anaforunda dönüp duruyordu bilemedim.
Dayanamayıp masamdan kalktım ve ağır adımlarla odama doğru yürüdüm. Ardımdan söylediği hüzün şarkısı dalga dalga beni takıp ediyordu.
Benim bu veda gecesinde odama çıkıp yalnızken ağlamaya ihtiyacım var.