…Nitekim aşağıdaki gibi bazı ayetlerde görülebileceği üzere, verilen örneklerde akledebilenler, düşünebilenler muhatap alınarak yüceltilirken; birçok ayet-i kerîmede Yüce Kur'ân'ın kasdettiği manaları açıklayıcı örneklerden biri olarak tabiata, dikkatlerimiz ısrarla sevk ediliyor. Böylece bu ayetler, tabiat üzerine gözlem yapma ve düşünme eylemlerini 'özellikle öven' vurgularıyla düşünebilenlere sürekli olarak bir şeyler anlatmaktalar:(*)
"Gecenin ve gündüzün ardarda gelişinde (veya aykırılığında), Allah'ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgârları (belli bir düzen içinde)yönetmesinde, aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır." (Câsiye Süresi-45/5)
"Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda, kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır" (Câsiye Süresi-45/4)
"Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler vardır." (Nahl Süresi-16/79)
"Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır." (Ra’d Süresi-13/3)
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgârları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır." (Bakara Süresi-2/164)
"Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır." (Nahl Süresi-16/68-69)
"Güneşi bir aydınlık, ayı bir nur kılan ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona duraklar tesbit eden O'dur. Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için âyetleri böyle birer birer açıklamaktadır." (Yunus Süresi-10/5)
"Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiç bir çatlağı yok." (Kaf Süresi-50/6)
Ama bu medeniyetin şehirleri, böylesi ayetlerde övülen eylemleri gerçekleştirebilen bir topluluğun fertleri olmaktan alıkoydu bizleri.. O iki Kitabı bir arada okutturmadı bizlere. İşte bunun için şehirleşme veya "zihinlerimizin şehirleşmesi" acı veriyor; işte bunun içindir ki, nesiller:
"Şimdi Alllah'ın rahmetinin eserlerine bak: Ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltmektedir? Şüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir. O, her şeye güç yetirendir" (Rum Süresi-30/50)
ayetinin "bak!" emrini yerine getirmeye aday olamadıklarından, bir hesap gününün muhakkak olduğunu anlamaktan da uzak kaldılar. Bu ayeti okuyan bazılarımız ise, tabiatı cidden idrak etmeye çabalamak dururken, genellikle hafızalarımızdaki bir kaç manzara tablosu veya veciz hakikatlerin yazılmış olduğu bazı tabiat enstantaneleri vs. ile ayetteki “bak” emrini yerine getirmiş olarak(!) ahirete ve mutlak adaletin tecelli edeceği bir zamana ve mekana iman etmiş olduk...
Ve belki de bundan dolayıdır ki; bir çoğumuz, bu hakikatlere dair imanımızda 'uçan buluttan nem kaparak' sarsıldık durduk!...
* * *
Zamanımız toplumlarının tedaviye muhtaç buhranlı bireylerden oluştuğu gerçeği, her kesimden "akledenlerin" malumu olduğu gibi; bu, değişik şekillerde de olsa sık sık ifade edilen bir vakıadır maalesef. Bir tedavi kaidesi olarak ise, "Teşhis tedavinin yarısıdır" denilmiştir hep. O halde, insanlığın topyekün düçar olduğu aşikar olan bir ‘imanda zaafiyet’ illetinin teşhisi olarak; tabiatta sahneye konulan sanatın, idarenin, kudretin, ilmin ve daha pek çok "İlâhi Vasfın" asrımız insanınca fark edilememesi gerçeğini hep aklımızda tutmamız gerekiyor. Zira bu farkındasızlığın neticesi hakkında, Risale-i Nur'un birçok yerinde imandaki zafiyetin "asrın hastalığı-illeti" olarak teşhis edilmesi ve son asırlarda insanlığın, özellikle de Müslümanların birbirini tetikleyen yıkımlarının sebebi olarak yine imansızlığın ana faktör olarak belirtilmesi; günümüzde bu teşhisin isabetindeki başarıda şüpheye yer bırakmıyor.(4)
Ve elbette ki bu iman etmeme "hastalığı" da, iman etmeyi netice verecek eylemlerden; özellikle de bir çok Esmâ-i İlahiyenin tecelligâhı, teşhir yurdu olan tabiattan uzak durmaktan kaynaklanıyor ne yazık ki. Zira ortaya konulan bir sanatın ve o sanatın muhteşemliğinin farkına vardığımız andan itibaren, o sanatın boşa olamayacağını da teslim edecektik bu ahirzamanın mensupları "modern insanlar" olarak...
Bundan dolayı, o hastalıktan kurtulmak için tüm Müslümanlar ve topyekün insanlık, tabiatı yeniden keşfedebilmeliyiz!. Bu yeniden keşif ve devamında tabiatı okuyabilme işini de, "doğayı koru" tabelaları yerine belki "doğayı idrak et!" gibi her an görebileceğimiz maddi levhalarla birlikte; ilim, tefekkür ve bunlarda ısrar gibi manevî levhalarla da zihnimizde hep canlı tutmalıyız, buna muhtacız...
Ama bunu gerçekleştirebilmek için şehirleri terk etmemiz mi gerekiyor acaba?
İşte tam da burada, çok büyük bir nimetle lütuflandırıldığımızı düşünüyorum. (Hem bu yazının buraya kadar olan kısmıyla, bu devrin insanı olma "talihsizliğimizi" yeterince kaşıdım sanırsam). Her zorlukta bir kolaylığın var edilmesi hakikatini (5) hatırlayarak; bu "garipler asrının" da (6) ahirzamana has zorluklarının yanı başında, yine kendisine has nice nice kolaylıklarıyla birlikte var edilerek taltif edildiğimize şahitlik ediyorum.
Çünkü şehirlerimizin beğenmediğimiz o hallerine katlanmak zorunda kalırken; aynı zamanda gerek tabiattaki, gerekse de Kur'ân'daki hakikatleri kısmen de olsa anlayabilmemizi sağlayacak olan ve “sadece asrımıza has” müthiş bilim ve fikir 'ürünleri', büyük oranda yine aynı şehirlerimizde imkanımıza sunulmuş durumdalar. Ve bir kısım Ulvî Hakikatleri idrak edebilmek için şehirleri topyekün boşaltıp, kırlara sığınma eylemine girişemeyeceğimize göre; 'buna mecbur değiliz, kırları yanımıza getirelim' diyorum!
Nasıl mı?
Elbette ki bir yandan bu hazır (me)deniyetin getirdiği o sığ dayatmalara ve ‘tepeden bakışına’ sırtımızı dönüp, "helikopterine" ok atmakla; ancak diğer yandan imkanımıza sunduğu teknoloji, bilim, sanat, kültür vs. gibi nimetlerinden de yararlanmak suretiyle bu kainatı anlamaya çalışmakla!..
Sözgelimi, bilgi edinme kolaylığı gibi, 'ceplerimiz' gibi, ulaşım imkanları vs. gibi, daha önce saydığımız bu asrın getirdiği avantajları; bizler de çoğu ehl-i imanın yaptığı üzere, yine bu asrın getirdiği o malum dezavantajlarının yıkıcı etkilerini en aza indirebilme yolunda kullanabiliriz.
Teknolojik imkanları ve zamanımızın bilgi birikimini tam da günahlardan kaçınma, tabiatın ilanını anlayabilme, ve de helalinden yaşayabilme yolunda kendimize yardımcı kılabiliriz.
Ortaya konulan sanatı ve Yüce Sanatkâr'ını anlayabilme noktasında, çabalayana ne muazzam faydalar sağlayabilecek olan şu nimetleri bir düşünelim: Bir bilgisayarı; belki hayatımız boyunca göremeyeceğimiz bir canlının ortaya koyduğu harika işleri anlatan bir belgeseli; bizi tefekküre sevk edecek veya ibret almamızı sağlayacak bir mekana, bir saatte yüzlerce kilometre kat ederek ulaşabilme imkanını; ve belki de en önemlisi, geçmişteki bir çok büyük şahsiyetin ilim-irfan birikimlerinden süzülmüş kıymetli bilgilere her an ulaşabilme imkanı gibi nimetleri, daha önceki devirlerde yaşayan insanlar değil, bir ferdi olmaktan yakındığımız ahirzamanın insanları olarak bizler bulduk örneğin... Daha doğrusu, istediğimiz an bu imkanlardan istifade edebilme nimetiyle "sadece biz" serfirâz olduk.
"Çağrı" filmi ve o güzel müziği gibi sanat eserleriyle, bizler şevklendik örneğin. Mustafa İsmail veya A. Abdussamed gibi merhum kârîleri dinleyebilmek için Mısır'a, hem de geçmişe gitme imkansızlığıyla yüzleşmek zorunda kalmadık. Cep telefonu gibi başlı başına harika bir alete, bir de Kur'ân-ı Kerîm ve Meâli, İslam Tarihi, Risale-i Nur, ilâhiler, kısa sûreler, yazılar, tefekkür levhası resimler vs. gibi daha birçok "devâ" da yükleyerek, 'istifademize her an hazır' bir şekliyle yanımızda taşıyabilenler de bizleriz. Ya da bir CD'ye veya küçücük bir Flash-diske sığan kütüphanelere sahip olanlar da bizleriz. Bir kaç saatte Hicaz'a ulaşabilmenin rahatlığı da, bunu yaşayabilen muasırlarımızın malumu... Hele internetin hayırlı kullanımıyla ulaşabileceğimiz hayırlara ise hayalim sınır çizemiyor. Ve kimbilir gelecekte insanlığı, daha ne büyük îcatlar ve nimetler bekliyorlardır...
Ondandır ki bizler de, inançlı gönüllere sahip bir kararlılıkla: "Madem dünya var, ... elbette dünyanin vücudu gibi kat\'î olarak ahiret de var." (7) kesinliğini haykırabilmemiz için bu saydıklarımız gibi (veya benzerî), pek çok teknolojik-kültürel imkanlarımızı sonuna dek kullanarak, dünya üzerindeki muazzam sanatı tanımaya çabalamalıyız.
Ferd ferd herbirimiz, koca kainatla birlikte bu dünyanın da boşa dönmediğini; 'boşa dönemeyecek derecedeki hikmetli işleyişlerini' keşfimizle, şüphesiz daha iyi anlayabileceğiz. Aslında şuur sahibi kılınmamızın gereği de; bu şuurumuzla fark edebileceğimiz inceliklerin gayesi de; ve hatta tüm bilgi birikimimizin varlık sebebi de: O'nu isim ve sıfatları doğrultusunda daha iyi tanıyabilmemiz için değil midir?. Ya da diğer bir deyişle, bu anlamıyla tüm birikimimiz; aslında kendilerini, "Maarifetullah" ilmindeki başarımızda ihtiyaç duyabileceğimiz birer basamak kılabilmek için var olmalı değiller mi?
Uzun sözün kısası; teknoloji, kültür, sanat, bilim, düşünce tarihimiz gibi imkanlarımızın ulaştığı seviyeyi; bizlere ahiretimizi kazandıracak fiileri eda ettirebilecek bir "ahirzaman sığınağı" haline getirebilmeliyiz! Bunu başardığımız ölçüde; haramlar ortasında kalsak da ve Haşir yoklamasında belki 'ahirzaman mensupları-felaket asrının insanları' olarak vasıflandırılacak olsak da, kişinin kendi "anti-haram sığınağını" inşâ edebileceğine dair birer örnek olabileceğiz inşallah. Unutmayalım ki; her türlü olumsuz ve yıkıcı getirisine rağmen yaşadığımız bu devir, aynı zamanda -İlâhî Adaletin gereği- imkanımıza sunulan bir çok Rahmet eserini kuşanmamız ve böylece "öteleri" kazandıracak çalışmaları da uygulamamız gereken devirdir. Ve aynı zamanda devrimiz, Cenneti bu devirde (bile) kazanacak olanların müjdesinden (8) güç alarak, asla umutsuzluğa düşmememiz gereken 'kendi devrimizdir'.
Hem bizlere bahşedilen onca 'yapı malzemesiyle' imanlarımızın muhafazasında ve haramlara karşı direnişte muhtaç olduğumuz o sığınağımızın inşâ (ve tamirine) hep çalışmamız gibi, bizlere bu yolda yardımcı olacak ilim, bilim, kültür, sanat insanı gönül ehli için de en kalbî hislerimizle dualar edelim.
Cenâb-ı Mevlâ; şevklerini taze, hizmetlerini daim eylesin; o hizmetlerden istifademizi arttırsın ve o inşâ hizmetinde bizleri de istihdam eylesin, amin, Allahümme amin diyelim...
Kaynakça:
(*)- Bu yazıdaki Ayet mealleri, Ali BULAÇ'ın hazırlamış olduğu "Kur'an-ı Kerim'in Türkçe Anlamı" adlı mealden alınmıştır. (Birim Yay.,İst.1985)
4- Konuyla ilgili yerlere örnek olarak bkz.: " 'İnsanların,husûsan Müslümanların bu teselsül eden helâketleri ve hasâretleri ne vakitten başladı ve ne vakte kadardır?' hatıra geldi. Birden, her müşkilimi halleden Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan, Sûre-i وَلْعَصْرٍ 'yi karşıma çıkardı, "Bak!" dedi; baktım." devamında: "...o hasâretlerden, bahusus mânevî hasâretlerden kurtulmanın çâre-i yegânesi, îman ve a'mâl-i sâliha olduğu gibi; ve mefhum-u muhalifiyle o hasâretin de sebeb-i yegânesi, küfür ve küfran, şükürsüzlük, yâni îmansızlık ve fısk ve sefahet olduğunu gösterdi" (NURSÎ, Kastamonu Lahikası,Envâr Neşr.,İst.1990,s.204.)
5- Kur'ân-ı Kerîm,(94/6): "Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır."
6- Bu ibarenin geçtiği Hadis-i Şerîfde şöyle buyurulmaktadır: "İslam, şüphesiz garip başladı ve günün birinde garip hale dönecektir. Ne mutlu o garip mü'minlere ki, insanların benden sonra bozdukları sünnetimi ıslah ederler." (http://www.sorularlaislamiyet.com/ subpage.php?s=article&aid=2700' den atfen: Tirmizi;İman:13, Müslim;İman:232):
7- NURSÎ,Haşir Risalesi,Envâr Neşr.İst.2000,s.89.
8- Müslim,Temizlik 39; Muvatta',Temizlik 28; Sünen-i Nesâî,Temizlik 150; Sünen-i İbn Mâce,Zühd 4306 gibi kaynaklardaki Ebu Hureyre(R.anh)dan rivayet edilen bir Hadîs'de; "Resûlullah (s.a.v.) mezarlığa gittiğinde «Esselâmü aleyküm ey mezarlıkta yatan mü'minler! Allah dilerse biz de sizlere kavuşacağız.» dedi ve de¬vamla «kardeşlerimizi görmeyi çok isterdim,» buyurdu. Yanındakiler: -Ya Resulallah! Biz kardeşlerin değil miyiz?» dediler, Resûlullah: -Hayır, sizler aynı zamanda ashâbımsınız. Kardeşlerim henüz gelmediler. Ben onları (ahirette) havz'ın başında bekliyeceğim.» buyurdu.(Dar-ul Kitap İslam Ansiklopedisi-İlk Versiyon,Hadis Blm.,İst.2007-www.DarulKitap.com). Bu Hadîs'teki "Kardeşlerim" iltifatının bazı rivayetlerce, özellikle 'ahirzaman mü'minleri'ne baktığının ihsas edildiğini de ayrıca hatırlatmakta fayda var...