Bölgenin büyük alimlerinden biri olan Ahmed-i Hani türbesi Doğubayazıt’a yolu düşen herkesin mutlaka uğradığı mekanlardan bir tanesi. Türbeye girip dua edenlerin gözü mutlaka türbe içerisinde bulunan bir pencereye takılıyor.
PENCERENİN SIRRI NEDİR?
Türbe içerisinde bulunan pencerede Bediüzzaman Said-i Nursi’nin Ahmed-i Hani’den manevi ders aldığı pencere olduğunu dile getiren Türbe Rehberi ve Manevi Danışmanı Mustafa Yekid, Karaköse Haber'e pencerenin manevi değerinin çok yüksek olduğunu söyledi.
Ahmed-i Hani hazretlerinin döneminin en önemli alimlerinden biri olduğuna vurgu yapan Yekid, “Bediuzzaman Said Nursi hazretleri, Şeyh Muhammed Celali Medresesinde aldığı dersleri arkadaşlarıyla mutaala etmeyip akşam dinlenme vakitlerinde kitaplarıyla birlikte Ahmed-i Hani Türbesi'ne geliyordu. Mutaalasını manevi yolla Şeyh Ahmed-i Hani hazretleriyle yapmıştır. Anlamadığı konuları da bu vesileyle Şeyh Ahmed-i Hani hazretlerine sorup aldığı cevaplar karşısında "(Kürtçe) beli, beli..." Yani "Evet doğrudur, doğrudur” manasına gelen ifadeleri kullandığı arkadaşları tarafından müşahede edilmiştir. Bu konu Said Nursi hazretlerinin kitaplarında da açıkça yer almıştır” şeklinde konuştu.
AHMED-İ HÂNÎ
1651 yılında Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Han Köyünde doğdu. Babasının adı İlyas, dedesinin Rüstem’dir. İlk eğitimini Diyarbakır ve Bitlis’te aldı. Ardından Doğu Anadolunun muhtelif yerlerinde Arapça, belâgat ve dinî ilimler okudu. Fen ilimleriyle de ilgilendi.
Ahmed-i Hânî, yaşadığı bölgenin önemli merkezlerinden olan Cizre’de bulunduğu sıralarda, meşhur eseri Mem ü Zîn’i kaleme aldı. Kürtçe olarak kaleme aldığı eserlerinde, dinî konulara ağırlık verdi. Ahlâkî, sosyal ve kültürel konularla ilgili görüşlerini şiirleriyle dile getirdi.
Hânî, halk arasında veli zat olarak kabul görüp, Şeyh Ahmed-i Hânî ismiyle ün yaptı. Tasavvufta önemli bir konuma sahipti. Sadece İlahî aşkla ve günahlardan sakınılarak tam anlamıyla güzel vasıflara sahip olunabileceğini şiirleriyle dile getirdi.
Tasavvufla olduğu kadar insanların problemleriyle de ilgilendi ve onlarla içiçe yaşadı. Toplumda yaşanan sıkıntılar ve halkın sahipsizliğinden yakındı. Bu sıkıntılardan kurtulmanın yolu olarak; toplumsal dayanışma, bilgilenme ve yardımlaşmayı önerdi. Kendi üzerine düşeni yapmak için gayret sarf etti. İlim ve hikmetin maddiyattan önce gelmesi gerektiğini vurgulayarak, insanların bu konudaki zaafına dikkat çekti.
Hânî, Doğubeyazıt’ta bulunduğu sıralarda Şiî alimlerle ilmi münazaralara girdi. O dönemde İran’dan Doğu Anadolu’ya geçip Sünnî alimleri dini konularda mağlup edip, Şiiliği yaymak için faaliyetlere başlamıştı. İşe Doğubeyazıt’tan başladıkları için Ahmed Hânî ile ilmî tartışmalara başladılar. Ehl-i Sünnet mezhebinin hak ve doğru olduğunu, kendilerinin yanlış ve batıl inançlara sahip olduklarını bu müzakerelerin ardından kabul ettiler.
Halk arasında velî bir zât olarak kabul edilen Ahmed Hânî, bir çok kişinin kurtuluşuna vesile oldu. Onun nasihatleri ile bir çok kişi kötü alışkanlıklarından ve yanlış yoldan döndüler.
Hânî, ömrünün son yıllarını Doğubeyazıt’ta geçirdi ve 1707 yılında burada vefat etti. Halen ziyaretgah olarak kullanılan türbesi İshak Paşa Sarayı’nın yakınında bulunmaktadır.
BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ VE AHMED-İ HANİ
Ahmed-i Hânî’nin ismi Risale-i Nur’da “Edip dahilerden Molla Ahmed,” “Şeyh Ahmed,” “Meşhur Şeyh Ahmed” gibi nitelemelerle yer almaktadır.
Bediüzzaman Said Nursi henüz 14-15 yaşlarında iken, bir ara Doğubeyazıt’a giderek bir süre orada kaldı. Gündüzleri medresede, gecelerini ise Ahmed Hanî’nin türbesinde geçiriyordu.
Gündüzleri bile girilmeye korkulan türbede gecelerini geçirmesi, halkı şaşkınlığa çevirmişti. Hattâ bundan dolayı halk arasında Bediüzzaman için, “Ahmed Hânî Hazretlerinin feyzine mazhar oldu” denmeye başlanmıştı.