Hayatın manasını, kâinatın yaratılış maksadını, her daima değişen hadisatın hikmet ve sırlarını insanlar dil vasıtasıyla öğrenmekte, kelime zenginliği kadar ilim ve marifette derinliğe ve genişliğe (vüs’ate) ermektedir. Bu itibarla lisan, hislerin ve fikirlerin sınırlarını belirlemekte, dildeki kelime zenginliği kadar duygu ve düşünce sınırları genişlemektedir.
“Rahman beyanı öğretti” ayetinden ilhamen, marifet silsilesinin hem çekirdeği hem de neticesi olan lisan düşünceleri, düşünceler hisleri, hisler ise fiillerimizi şekillendirmektedir. Bununla, şahsiyetimiz ya kemale ermekte yahut değersizleşmektedir.
Onlarca farklı unsuru kemal-i adalet ile asırlarca idare eden bir devletin müstebid bir zihniyet tarafından yıkıldığı, dilimizin bozulduğu, dini değerlerin imha edildiği bilinmektedir. Evet dil’in tağyiri ile fikirler ve hisler de tahrip edilmiş, dindar bir millet batılı devletlere ibâhe edilmiş, dinin ruhu katledilmiştir.
Milliyeti İslamiyet ile mecz olmuş müslüman bir cemiyeti manen tahrip eden, Kur’an ile hayat bulmuş bir milletin dini değerleri ile irtibatını kesen, bin sene İslam’a bayraktarlık yapmış müslüman bir milleti ecnebi milletlere benzeten, zihnen, fikren ve hissen “devşirilen” bir neslin acı vaziyetlerini görememek bir kör talihlilik olsa gerektir.
İslami bir medeniyetin binasında kullanılan, müslüman bir cemiyetin ihyasında ciddi bir hizmeti olan ‘eskimez kelimelere’ ruhların yabancılaştığı, milletin ecnebiler gibi yaşama ve konuşma tarzının gittikçe yaygınlaştığı esefle müşahede edilmektedir.
Böyle elim ve feci bir vaziyete düşmüş müslüman bir milletin maneviyatına değer katan, şahsiyetine mana kazandıran, Kur’ani mefhumlara (kavramlara) zarf olmuş bir dil’in kıymetini anlamamak, bize ait bir medeniyeti tamamen yok etmek üzere uydurulan kelimeleri kendi ‘öz malımız’ gibi serbestçe kullanmak, onlarda kemal aramak ibretlik bir vaziyettir.
Evet böylesine elim bir duruma düşürülmüş bir lisan adına hassasiyet ile hareket etmeyi hikmet ve hakikat iktiza ederken, gönüllü neferler olarak bu tahrip silsilesine destek vermek ‘şuursuzluk’ haricinde izahı mümkün görünmemektedir.
18. yüzyılda batılılaşma rüzgârları ile başlayan, bir asır sonra lisanın tamamen tağyirini doğuran, müslüman bir milletin din ile irtibatını koparan bir silsilenin dehşetli neticeleri ehl-i vicdan ile erbab-ı irfanı derinden üzmektedir.
Hâlbuki hakiki Mabudumuz Rahman’ı bize tanıttıran, bizleri yaratılış gayesine yani kulluk şuuruna ulaştıran Kur’an tefsiri bir külliyatta kullanılan kelimelerin, kalplerin ihyası, kadim bir medeniyetin yeniden inşası adına hayata taşınmasını iktiza etmektedir. Evet mehdiyetin üç vazifesinin ikincisi olan “hayat” dairesi lisan da dâhil imana dair her unsurun insanlarla buluşturulmasını, dine ait tüm değerlerin cemiyet hayatına taşınmasını gerektirmektedir.
Evet evet! Yirmi kiloluk bir taşı taşımanın insana verdiği zahmet ile yirmi kilo altın taşımanın sebep olduğu külfet aynı değildir. Yük kıymetli ise külfet aynı ücrete tahavvül etmektedir. Aynen öyle de, bize Rabbimizi tanıtan bir eser ile neye ulaşıldığı bilinmesi ile dil’in verdiği külfet meşakkat olmaktan çıkmakta, ücrete ve lezzete dönüşmektedir.
İnsanları irşad ve ikaz ile manen mes’ul olan ehl-i kalem ve erbab-ı kelam tarafından mebzul miktarda kullanılan ‘uyduruk’ bir dili, yazılarında ve konuşmalarında kullanmamaya azami gayret gösteren, keyfiyeti kemiyete tercih eden insanlara destek vermek gerekirken, ‘alaycı ve küçümseyici” bir edâ ile mukabele etmek, lisan meselesinin önemini idrak edememenin vahim neticeleri olarak değerlendirilmektedir.
Kendi lisanları ile ibadet etmek isteyen gafillere Hz. Bediüzzaman; dünyevi menfaat için firengi lügatından günde elli kelime öğrendikleri halde kelimat-ı mukaddese olan Kur’ani mefhumları öğrenmeyenlerin hayvandan aşağı düştüklerini, böylelerinin keyfi için kudsi kelimatın tercüme ve tağyirine müsaade edilemeyeceğini söylemektedir. (Mektubat, 434)
Bu itibarla, sohbetlerde ve makalelerde Kur’ani ıstılah ve ibareleri azami derecede kullanma hassasiyetimiz tekellüfi bir tercih değil, kendi medeniyetimizin inşası adına taşıdığımız gaye ve gayretlerden birisidir.
2013 senesinde Risale Haber Sitesine makale göndermeye başladığımda bir kısım dostlar tarafından, “hocam kullandığın kelimeleri hafifletsen iyi olur, yoksa yazılarınız okunmaz” gibi ikazlara ve itirazlara muhatap olmuştum.
Hamdolsun on yılı aşkın bir sürede dil mevzuundaki hassasiyetimizi muhafaza ettik. Makalelerde ela alınan mevzuların derinliğinin iktiza ettiği elfazı kullanma hassasiyetimizi devam ettirmekteyiz.
Hâsıl-ı kelam; konuşmalarda ve yazılarda tercih edilen Kur’ani ıstılah dini kabulleri, dini kabuller ise dilin esasına te’sir etmektedir. Dil hassasiyeti, İslami bir şuurun tezahürü olarak değerlendirilmektedir. Müslüman bir milletin dilini esastan yitirmesi hafızasının silinmesine denk, telafisi zor manevi bir musibet olarak görülmektedir.
Kur’ani kelimelerden arındırılmış uyduruk bir dilin ehl-i kalem ve erbab-ı kelam tarafından ‘severek ve isteyerek’ mebzul miktarda kullanılması, kalplerin ve istikbalin nurlanmasını geciktirmekte, manevi bir mesuliyete sebebiyet verdiği düşünülmektedir...