Mukaddime
Risale-i Nur külliyatında, insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi; “Hâlık-ı kâinatı tanımak ve O’na îmân edip ibadet etmek” olarak bildirilmekte, mârifetullah ile îmân-ı billâh fıtrat-ı insaniyeye zimmet edilen farz vazifeler olarak ifade edilmektedir. Vücud-u ilahiye ile vahdet-i rabbaniyeyi iz’ân ve yakin ile tasdikin ehemmiyetine dikkat çekilmektedir.
İnsanın cami istidatlarından beklenen vazife külliyetini kemaliyle yerine getirebilmesi, ubudiyet cihetiyle melaikeye tercih sırrını fiilen ispat edebilmesi, Halık-ı Kâinatı isim ve sıfatları ile tanımasını iktiza etmekte, kâinatı bir kitap gibi okumasını gerektirmektedir.
Kâinat Sani’ini isim ve sıfatları ile tanımak hadsiz kemalata medar olduğu gibi, Rububiyetin hakkı olan hayret içinde muhabbetin, inkıyad içinde itaatin gerçekleşebilmesi için de, marifet-i külliyede terakki ile ubudiyet şuurunun vücudunu istemektedir.
İman, Halık-ı kâinat ile irtibata geçmek yahut var olan fıtri bağı idrak etmek olduğuna göre, talim edilen isimlere vukufiyet ve mazhariyet nispetinde bu irtibatın keyfiyeten ziyadeleşeceği, kemale ereceği tariften vareste görülmektedir.
Okuma yazma bilmeyen bir şahsın mütenevvi hakikatlerden bahseden bir kitabı yanında taşıması, sayfalarını açıp kapaması, kâtibine iştiyak ve muhabbet duymasının imkânsızlığı gibi, kâinatı kalem-i kudretiyle mükemmel bir kitap olarak yazan Zatın isim ve sıfatlarını sahife-yi âlemde kıraat edemeyen bir müminin bu kitabın kâtibine hayran olması, kalbinin haşyet ve muhabbet ile dolması mümkün görünmemektedir.
Evet ilim ve marifet ile tefekkür ve tezekkür ile istidatlarını açamamış, cüz’iyyetten külliyete çıkamamış, Halık-ı Kainat ile irtibatı lisan seviyesinde kalmış, kalp ve ruhun derecesine ulaşamamış ami bir müminin Şan-ı Ulûhiyete layık bir ubudiyeti deruhte etmesi muhale yakın bir müşkilat olduğunu düşündürmektedir.
Mukaddes Zatına nispetle, kusurun her nev’inden münezzeh ve pak, bütün noksanlıklardan uzak, bütün hamdlere layık olmak manalarına gelen El-Kuddüs isminin tecelliyatı yani rububiyetinin tezahürü cihetiyle, kâinat sarayını yani eşya ve eflakı mütemadi olarak temiz tutan, süprüntüleri ve enkazları kaldıran, pak ve tahir kalmalarını sağlayan manalarına gelmektedir.
İtikadi manada Kuddüs ismine mazhariyet tevhide vuslattan haber vermekte, ameli olarak riya, ucub, fahır ve gurur gibi sıfatlardan uzak durmayı intaç etmekte, yani itikadi olarak şirkten ve küfürden, ameli olarak fısk ve fücurdan, riya ve ucubtan uzakta temiz kalmayı ifade etmektedir.
Şahsi ve içtimai hayatın adalet içinde istimrarı ilahi dinlerin varlığını, yani ilahi emir ve yasakların vücudunu istemektedir. Bu itibarla semavi dinler Kuddüs İsminin tecellisine, din-i İslam ise İsm-i Kuddüs’ün azami tecellisine mazhar olduğu değerlendirilmektedir.
Dini emir ve yasakların tümü taşkın fiilleri intizam altına almak, hayat-ı içtimaiyeyi zulümden yani adaletsizlikten beri kılmak üzere va’zedilmiştir. İçtimai tahareti intaç eden hiss-i adalet dini hükümler ile ikame ve idame edilmiştir. Yani Kuddüs isminin tecelliyatı ile içtimai hayatta manevi taharet olan adalet vücuda gelmiştir. Demek Kuddüs ismi din-i İslam cihetiyle Adl burcunda yani manasında tecelli etmektedir.
Hayat-ı insaniyenin kemali de Kuddüs isminin tecellisini iktiza etmektedir. Yani hayatın sıhhat içinde devamı için kanın temizlenmesi gerekmektedir. İnsan bedeninde bu gibi faaliyetler ciğerler ve böbrekler ile gerçekleştirilmektedir. Demek Kuddüs ismi Hayy burcunda yani manasında tecelli etmektedir.
Kuddüs isminin hilkatteki tecellisi ile taharet ile nezafetin temini gibi, bozulan insani ve içtimai dengelerin yeniden tesisi de Kuddüs ismini gerektirmektedir. İsm-i Adl Kuddüs burcunda yani manasında tulu etmektedir.
“Anasır-ı Erbaa” denilen hava, su, toprak ve ateşin maddi hayatın ihyasında istihdam edilmeleri gibi, bu dört unsurun ism-i Kuddüse mazhariyetleri de temaşa edilmektedir. Yani Muhyi isminin tecelli destgahı bu dört unsur olduğu gibi maddi hayatın devamı ve kemali de Kuddüs isminin tecelliyatı ile gerçekleşmektedir. Demek Muhyi ismi Kuddüs burcunda görünmektedir.
Su, hem hayatın mebdesi hem hayatın saadet içinde devamı ile nezafetini intaç etmekte, maddi ve manevi temizlik su ile vücuda gelmektedir. Bu ise İsm-i Kuddüs’e mazhariyetten haber vermektedir.
Hava, zihayat için hem teneffüs sahası hem taharetin vasıtasıdır. Göğü ve yeri süprüntülerden temizleyen unsur, unsur-u havanın hizmetçisi olan rüzgâr ile gerçekleşmektedir. Yani havanın hizmetkârları olan rüzgârlar ve fırtınalar İsm-i Kuddüs’e mazhariyeti göstermektedir.
Toprak ise hem tahir, hem mutahhir olması itibarıyla yine ism-i Kuddüs’ün cilvesine mazhariyeti bildirmektedir. Necis şeyleri yakmak suretiyle temizleyen ateş de külli bir unsur-u taharet olarak nitelendirilmektedir. Çünkü hava, su ve toprak ile temizlenemeyen şeyler ateş ile temizlenmektedir.
Bu itibarla Cehennem Kuddüs ismine mazhariyeti göstermektedir. Yani cehennem, şirk ve küfür ile kirlenen, zulüm ve isyan ile ömür geçiren, tövbe ve istiğfar etmeyen beşerin ebedi kalacakları ceza mahalli olduğu gibi, günahkâr müminler için de bir temizlik mekânı olarak tarif edilmektedir. Bu itibarla ism-i Kuddüs’e mazhar olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir.
Cennet de, ism-i Kuddüs’ten haber vermektedir. Yani itikadi ve ameli olarak temiz kalabilen yahut tövbe ve istiğfar ile manen temizlenen müttaki müminlerin ebedi kalacakları bir mesken olarak tavsif edilmektedir.
İsm-i Kuddüs’ün akılda ve tefekkür dünyasında tecellisi ile hikmet vücuda gelmektedir. Hikmet ise, fikriyatta ifrat ve tefritten uzak durmayı, fiiliyatta ölçülü yani tutarlı davranmayı, yani fikri ve fiili zulümlerden arınmayı temsil etmektedir. Yani İsm-i Kuddüs’e mazhariyetten haber vermektedir.
Elhasıl; Kuddüs ismi tecelliyatı itikatta tevhidi, niyette hulusiyeti, nazarda ulviyet içinde hidayeti, ef’alde itidal içinde istikameti, içtimai hayatta vahdet ile adaleti, akılda hikmeti, kalpte şefkat ile muhabbeti, ruhta mahviyet içinde kudsiyeti, nefse tecelli edince hayâ ile iffeti, bedende nezafet ve tahareti vücuda getirmektedir.
Her zamanda ve tüm mekânlarda hadsiz faaliyetler görülmekte, bu faaliyetler binler çeşit kirlere ve hadsiz süprüntülere sebebiyet vermektedir. Saray-ı kâinatın nezafet ve taharetinden anlaşıldığı üzere ism-i Kuddüs mütemadi olarak tecelli ettiği gibi, kendine yönelen, iktizası ile hareket eden müminleri de Kuddüs ismi temizlemektedir.