Hikmet-i Ezelîye ile İnayet-i Sermediye şu dünyayı tecrübeye geniş bir mekân, imtihana bir meydan, esma-i ilahiyeye her daim değişen bir ayine, kalem-i kadere bir sahife, kudret-i rabbaniyeye büyük bir sahne olarak halketmiştir.
İstidatların açılması, kabiliyetlerin ortaya çıkması, nispi hakikatlerin zahir olması için hayır ile şer, lütuf ile kahır, hüsün ile kubuh, iyilik ile kötülük cemali ve celali tecelliler ile karşı karşıya getirilmiş, cennete ve cehenneme tohum olacak zıtlar âlem tarlasına serpilmiş, dünya imtihan meydanı olarak takdir edilmiştir.
Şu muvakkat misafirhanede ezelde verdiğimiz söze sadakat, saadet-i ebediyeye liyakat noktasından imtihan ediliyoruz. Sonsuz bir saadeti kazanma adına mihnet altına girmeyi, bela ve çile çekmeyi, ezelde ‘Belâ’ demenin, yani Rabbimizi tasdik etmenin bedeli olduğunu düşünüyoruz.
İnsani istidatları kuvveden fiile çıkaran, beşeri cihazların çalışmasına zemin hazırlayan, insanları mukadder olan kemalata ulaştıran imtihan şartlarının zorluk ve kolaylık itibarıyla farklı olduklarını görüyoruz.
Cürufu cevherden, hasını hamından ayıran, kalplerde olan hastalıkları açığa çıkaran bela ve musibetlere, çile ve meşakkatlere uğruyoruz. Kerim olan Kur’an’ın, “…Sizi şerle de hayırla da imtihan ederiz. Ve siz ancak bize döndürüleceksiniz.” beyanını duyuyoruz. (Enbiya, 35)
Darlık ile yokluğun, meşakkat ile zorluğun imtihan olduğunu biliyoruz. Varlık ile bolluğun da imtihan olduğu gerçeğini çoğu zaman düşünemiyoruz. Verilen nimetlerden dolayı şükrümüzün tartıldığı, gönderilen musibetler ile sabrımıza bakıldığı hakikatine intikal edemiyoruz.
Bela ve musibet fırtınaları ile sarsılınca ‘sabır ve rıza’ itibarıyla, nimet ve lütuf yağmurları ile ıslanınca ‘hamd ve şükür’ noktalarından ölçülüyoruz. Hâsılı, gâh zorluk ve darlık ile gâh bolluk ve varlık ile imtihan ediliyoruz.
Zorluk ile kolaylığın neticeleri itibarıyla makusen mütenasip olduğunu, yani tam tersi sonuçlar doğurduğunu, varlık ve bolluk ile olan imtihanların ekser insanlarda gaflete ve sefahate sebep olduğunu, zahiri meşakkat ve çilelerin dünyevi ve uhrevi saadetler ile taltif edildiğini biliyoruz.
“Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, hâlbuki hakkınızda o bir hayırdır. Ve olur ki bir şeyi seversiniz, hâlbuki hakkınızda o bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 216) ilahi beyanının bu manayı teyit ettiğini düşünüyoruz.
Musibet ve meşakkatlerin fıtrat-ı insaniyedeki acz ve fakr madenlerini işlettirdiğini, en mühim vazife-i hayat olan ubudiyetin tekmiline kuvvet verdiğini görüyoruz. Yani bela ve musibetler, meşakkat ve külfetler fıtrat-ı insaniyede münderiç acz ve fakrı işlettirmeye, bir hâmî-i meçhule yüzleri çevirmeye, bolluk ve rahatlık sebebiyle arız olan gafletten silkinmeye vesile olduğunu müşahede ediyoruz.
“Asıl musibet dine gelen musibettir” tespitinden hareketle, başta Gazze mes’elesi olmak üzere, İslam âlemine gelen maddi belaların dehşetinden daha elim, doğuracağı neticeler itibarıyla daha feci musibetlere şahit oluyoruz.
Evet yaratılış gayesinden habersiz ecnebi milletler gibi yaşayan, İslam ile fiili irtibatları neredeyse hiç kalmayan sözde müslüman insanların başlarına gelen manevi musibetlerin uhrevi neticelerini düşündükçe titriyoruz.
Ömrün hitamına kadar devam edecek imtihanlar lütuf ve meşakkat, nimet ve musibet itibarıyla sureten değişse de, zorluk ve kolaylık yönüyle farklılık arzetse de, devamlı istikamet, istikametli devam için hikmete, iffete, itidal içinde şecaate ulaşmanın zaruret olduğuna hükmediyoruz.
Elhasıl; celali tecelliler ile olan imtihanları, cüz’i şerler ile külli hayırların murad edildiği mihnet ve meşakkatler silsilesi olarak görüyoruz. İmtihan şartlarını, insanın hasını hamından, sağlamını hastalıklı olanından ayıran elekler gibi telakki ediyoruz. İman arttıkça imtihan şartlarının ağırlaştığını, “en büyük belaların Peygamberlere, sonra derece itibarıyla onlara en yakın olanlara iner” rivayetinden biliyoruz.
İlahi emirlere uyan, nehiylerden kaçınan müttaki müslümanların kazanacağı, emir ve yasakları umursamayan insanların kaybedeceği dehşetli bir imtihandayız. Yolu yok sayanların, yoldan sapanların, nefis ve şeytana tapanların ezâ göreceklerine inanmaktayız. Yola inananların, yolun sahibinin emirlerine göre adım atanların gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kalplerin tahayyül edemediği sayısız lütuflara muhatap olacakları için umutlanmaktayız...
Not: Kurban Bayramınızı tebrik ediyoruz. İnsaniyet için hidayet ve salah, âlem-i İslam için intibah ve inşirah istiyoruz. A’da-yı din ve zalim keferelerin helakini Rabbimizden diliyoruz.