Havf ve heyecan; nihayetinde helaket ihtimali bulunan veya dehşetli neticelere hamile olan hadiseler karşısında bedenin titremesi, kalbin ürpermesi, aklın endişelenmesidir. Havf ve heyecan; idrakî melekelerin çalıştığına, muhakeme kuvvesinin varlığına, kaybetme ihtimalinin dikkate alındığına dair şuur emaresi olarak tarif edilmektedir.
Havf ve heyecan; önemi idrak edilen bir hadisenin, netice ve akıbetini bilmemekten neş’et etmekte, hüzne ve endişeye sebebiyet vermektedir. Bu itibarla, nihayetinde dehşetli bir ezâ ile mahrumiyetin yahut tarifsiz bir sefâ ile saadetin bulunduğu bir imtihanın insanlara korku ve heyecan vermemesi, endişeyi intaç etmemesi zahiren mümkün görünmemektedir...
Mes’ele böyle iken, iman ve amel-i salih karşılığında cennet gibi ebedi bir mükâfatın verileceği, inkâr ve küfür sebebiyle cehennem gibi daimi bir azaba düşüleceği bildirildiği, netice henüz kesinleşmediği halde mümin olduğunu söyleyen ekser insanların gayri İslami ömür geçirmeleri aklen izah edilememektedir...
Evet, bir imtihan ki kazananlar için tarifsiz bir saadet, kaybedenler için nihayetsiz bir şekavet bildirildiği halde, endişe ve korkudan uzak tavırlar, cehalet ile gafletin varlığına deliller olarak değerlendirilmektedir.
Ebedi saadet diyarı cennete girmek yahut dehşetli şekavet mekânı cehenneme düşmek ihtimali her insan için mümkün olduğu, ehl-i gaflet hakkında ilahi bir beşaretin bulunmadığı gerçeğinden hareketle, “iman iddiasında” bulunan insanların “dar’ül hizmet” olan fani bir dünyada keyf ve sefâ içinde ömür sürmeleri ibretlik olarak nitelendirilmektedir.
Öte yandan, “Herkesin, bilhassa müslümanların başlarına cehenneme düşmek, ebedi bir saadeti kaybetmek gibi dehşetli bir dava açıldığı, her adamın, Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek davayı kazanmak için bilâ-tereddüd sarfedecek,” bilgisine vâkıf olanların tebliğ ve davette, sa’y ve gayrette, ittihat ile vahdette perişan vaziyetleri, gayri ciddi ahvalleri “tahkik-i iman” iddiasını zedelemekte, “ittihad-ı İslam” davasına leke sürmektedir.
“İzzetime yemin olsun ki; ben kuluma ne iki korkuyu, ne de iki emniyeti veririm. Eğer kulum dünyada benden emin (korkusuz) olarak hareket ederse, ben onu kıyamet günü korkuturum. Şayet kulum dünyada benden korkarsa, ben onu kıyamet gününde emin kılarım.” (Sahihu İbn Hibban, 27406; Bezzar, Müsned, 14/342) hadis-i kudsisi, hakiki müminleri akıbet mevzuunda endişelendirmektedir.
Evet, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hûd, 112) ilahi hitabı karşısında, ihtiyarlandığı bildirilen Peygamber Efendimize (a.s) ümmet olan zümrelerin; sema, arz ve dağların çekindikleri ve izhar-ı acz ettikleri müdhiş bir imtihan karşısında endişelenmeleri, meçhul akıbetleri noktasında kendilerini hesaba çekmeleri gerekmektedir...
İnsan için varlığın değerini ona duyulan ihtiyaç ve onun için ödenen ücret belirlemektedir. Ödenen bedel arttıkça varlığın değeri ziyadeleşmekte, aynı zamanda onu kaybetme endişesi kalpleri titretmektedir. Dünyevi işlerde böyle olduğu gibi, uhrevi manada da havftan neş’et eden endişeler insanı takva hakikatine sevketmektedir.
Maddi olarak korku ve endişenin varlığı, servetin çokluğuna delalet etmesi gibi; uhrevi manada havf ve heyecanın varlığı da, hayır ve hasenatın çokluğuna alamet olarak kabul edilmektedir. Korkunun varlığı, servetin çokluğundan haber vermekte, fakirlik ile “kaybetme korkusunun” yanyana gelmesi muhal görülmektedir.
“Dinlerini oyun ve eğlence edinen ve kendilerini dünya hayatının aldattığı kimseleri (bir tarafa) bırak! Ve kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felakete uğramaması için, Allah'tan başka hiçbir dost ve şefaatçinin bulunmadığını Kur'ân ile hatırlat.” (En’am, 70) gibi ilahi tehditler, ahirete ciddi çalışma noktasında müminleri teyakkuza davet etmektedir...
Elhasıl; dünyadan ayıracak, nefsani lezzetleri sonlandıracak ölümden şiddetli havf etmek, koca kâinatı bir saray gibi idare eden Hâkim-i Zülcelale hesap vermekten havf etmemek ucub ile gafleti yahut cehalet içinde taklidi imanı göstermektedir. Allah’ın varlığına kat’i iman, salih amelleri intaç etmekte; ikinci bir hayatın varlığına yakin, iffet ve istikamete sebebiyet vermektedir. Ahiret adına duyulan havf ve heyecan, Hayy’dan halis kullarına sunulan büyük bir ihsan olarak değerlendirilmektedir.
Mahiyeti, hakikati ve akıbeti idrak edilemeyen bir mes’ele havf ve heyecanı intaç etmeyecektir. Bidayeti dikkate değer görülmeyen bir hadisenin nihayeti de önemsenmeyecektir...