İlim; tahayyül âleminden ilka edilen, tasavvurun rahminde büyüyen, taakkul ile şekillenen, tasdik ile göze görünen, iz’an ile kökleşen, iltizam ile kıymet verilen, itikad ile şahsiyet kesbeden uzun bir silsileden haber vermektedir. Varlığın suret ve hüviyetlerini tefrik, siret ve hususiyetlerini temyiz, mahiyet ve muhteviyatını teşhis adına elzem bir sıfat olarak nitelendirilmektedir.
Varlığın yaratılış gayesini, mahiyetini ve mensubiyetini, yani esma ve sıfat cephesini gösteren, varlık ile “Vareden” adına buluşmayı intaç eden, insani kemalata vusulü netice veren ilim külli bir silsileyi bildirmektedir.
Beşer için ehemmiyetli bir gaye, insan için dünya ve ahiret adına mühim bir sermâye, kemalat adına gayet azametli bir paye olan ilim; Risale-i Nur külliyatında yedi sıfat-ı ilahiyenin bir cihetle “en birincisi” olarak ifade edilmektedir. (Şualar, 641)
Nurlu eserlerde “Mevcudat, müdrik ve âlimin malıdır. İlim ile alır, isim ile ahzeder, suretlerinin temessülüyle temellük eder.” (İşarat-ül İ'caz, 211) denilmekte, ilmin ehemmiyetine dikkatler çekilmektedir.
Seyahat-ı akliyenin nurlu bir meyvesi sayılan ve kemalat arşına çıkmakta ‘Burak’ hükmünde olan ilim; evvelde mahiyeti ve mensubiyeti, ahirde akıbeti ve mes’uliyeti, zahirde mükellefiyeti ve vazife çeşitliliğini, batında mükerremiyeti ve hilafet rütbesini idraka medar büyük bir meziyet olarak değerlendirilmektedir.
Hüve’nin isimlerini fehmetmeye, enenin mahiyetini bilmeye, eşyanın hüviyetini idraka vesile olan ilim; bahş-ı ilahiden alınan en kıymetli bir bahşiş hükmündedir. İlimden uzaklık cehalete, cehalet ile alude taklidi bir iman dalalete ve felakete götürmekte, akıbet noktasında ehl-i irfanı endişeye sevketmektedir.
Mevcudatın mahiyetini temyiz kuvvesi, eşyanın hüviyetlerini tefrik derecesi, varlığa isim verme becerisi, insani kemalatın kubbesi olarak tarif edilen ilim; tasavvur değil tasdik, taklid değil tahkik ve iz’an istemekte, sadece bürhan bulmayı değil şahid olmayı gerektirmekte, davaya kalben bağlanmayı değil, hayatı ve mematı ile davaya bürhan olmayı da iktiza etmektedir.
İlimden kazanılan mesafe ve derinlik, san’atlı eserlerde tezahür eden harikalığa karşı hayreti, Sani-i Ezeliye karşı haşyeti, ilahi emirler noktasında hassasiyet içinde itaati netice vermekte, insani kemalatın tüm envaına şamil mühim bir sermaye olarak vasfedilmektedir.
Evet hayır ve hasenatın mebdesi, fazilet-i a’malin fihristesi hükmünde olan ilim; enenin mahiyetini bilmeyi, mutlak akıbetini görmeyi, talim-i esma’dan nasiplenmeyi, eşyanın hakikatine intikal etmeyi netice vermektedir.
Akıl zarfının mazrufu hükmünde olan ve varlığı kadar insanı değerli kılan ilim; öğrenme (talim), yüklenme (tatbik), yükselme (terakki), seslenme (tebliğ ve davet) merhalelerini havi azim bir mazhariyeti bildirmektedir.
İlm-i şeriat, ilm-i tarikat, ilm-i belağat, ilm-i hayvanat, ilm-i nebatat, ilm-i tabiat, ilm-i hikmet, ilm-i marifet, ilm-i kelam, ilm-i hâdis, ilm-i hâl, ilm-i münazara, ilm-i sarf ve nahiv, ilm-i mantık gibi pek çok ilim nev’leri olduğu bilinmektedir.
Ancak ehemmiyeti ve ihtiva ettiği cami manalar itibarıyla ilmi dört başlıkta müzakere etmek daha makul görünmektedir. Bunlar; ilm-i şeriat olup esasattır. İlm-i marifet olup kemalattır. İlm-i hikmet olup semerattır. İlm-i hakikat (ilm-i esma) olup en yüksek derecattır...
Rahman’ın isim ve sıfatlarını fehmetmeye, enenin mahiyet ve sırlarını derketmeye, eşyanın hüviyet ve sınırlarını bilmeye vesile olan ilim; mesuliyet ve mükellefiyet şuurunu idrak ettiren şeyin bizatihi kendisidir. Gurura sebebiyet veren ve ayaklarımızı yerden kesen kesretli malumatın, ilim nimetinden sayılmaması gerekmektedir.
Elhasıl; herkes kendi mahiyetini idrak ettiği, Halık’ını isim ve sıfatları ile bildiği kadar kemalatını gerçekleştirmekte, kulluğunu icra etmektedir. Mimarlık bilgisinden mahrum birinin haşmetli bir Padişahın şanına layık bir sarayı inşa etmesinin muhal olması gibi; ilim ve marifet ile istidatlarını açamamış, tefekkür ile kâinatın vüs’at ve genişliğini anlayamamış, âmi bir mümin derecesinde kalmış birinin, Sultan-ı Kâinatın şanına layık bir kullukta bulunması muhal görülmektedir.
İlim denilen, hakikate ve kemalata vuslat ile neticelenen seyahat cehaletini idrak ile başlamakta, tevazu ve mahviyet ile taçlanmakta, izzet ve celadet ile noktalanmaktadır. Niye tahsil edildiği bilinmeyen ilim insanı gururlandırmakta, yeni hürriyet sahaları açacağına olanları da kapamakta, insanın helaketine zemin hazırlamaktadır...