İlim ve Şuur-II

Ahmet AKCAN

Akıl için hem nur hem ziya, hayat nimetinden süzülmüş ‘safi bir hülasa’ olan şuur; hilkatin ve mahiyetin derk edilmesine dair ilk vusul mertebesi, varlığın(ın) farkında olma melekesi, eşyayı tefrik ve temyiz kapasitesidir. Şuur hediyesini, ‘huzuri ve husuli şuur’ olarak iki başlıkta müzakere etmek gerekmektedir.

‘Huzurî Şuur’; öncelikle kevni (fiziki) kanunların muhatabı olan, insanın hilkat hamuruna katılan yahut ruha yazılan, fıtrat diye okunan ilahi bilgiler manzumesidir. ‘Huzuri Şuur’ yaratılışta var olan ve insanları hayvanattan farklı kılan, hilkati yani mevcudatı anlamaya yarayan bir hassa-yı insaniye olarak tarif edilmektedir.

‘Husulî Şuur’ ise; şer’i (ilahi) kanunlara muhatap olma derecesini bildiren, ilim ve marifet nispetinde terakki eden, ilimdeki derecatın, tefekkürdeki istihsalatın nurani hasılatı olarak nitelendirilmektedir.

Demek ‘husuli şuur’, ilmin kemaline medar dereceleri, marifetullah nimetine ermenin nurani meyvelerini temsil etmekte, meleke haline gelen ve kalpte kökleşen salabet-i imaniyeden haber vermektedir.

Evet marifet-i ilahiyede terakki nispetinde fikirdeki vüs’ati ve istikameti bildiren ‘husuli şuur’; maneviyat ve mukaddesat adına ne yapıyor, nasıl yapıyor, niye ve kim için yapıyor olduğunu idrak seviyesi, hilkat şeceresinin tılsımını ve muammasını keşfetme derecesi, bildikleriyle bilenip hilkatinin hikmetine erme seviyesini bildirmektedir.

O halde ‘husuli şuur’, ilim ve tefekkür ile büyümekte, ilimdeki rusuhiyet, tefekkürdeki vukufiyet bu şuuru beslemektedir. Akıl, ilim ve tefekkür ile ne ölçüde meşgul olursa o miktarda şuuraltı güçlenmektedir. Şuuraltı iradenin görünmeyen dümeni, vicdanın kuvvetli bir freni gibi vazife görmektedir. Yani insan şuuraltına inen Kur’ani hakikatler ile istikamet üzere kıblesine yürümekte, imandaki şuuru kadar şerli işlere yönelmekten, zulüm işlemekten içtinap etmektedir.

İlim denilen ve ilahi kurbiyete vesile olan nurani silsile; mahiyet, marifet, hakikat ve akıbet gibi pek çok husuli şuurları tevlide kabil olduğu görülmektedir. İlmin talim sürecinde bu şuurlara vuslat yoksa, ilim zannedilen şey gerçekte ansiklopedik malumat, belki de şöhrete medar akli kazurat olarak değerlendirilmektedir.

‘Kimim’ sorusu mahiyetini bilmeyi, ‘niye yaratıldım’ sorusu marifette terakki etmeyi, ‘kemalim ne iledir’ suali hakikatten yani talim-i esmadan nasiplenmeyi, ‘nereye gidiyorum’ sorusu akıbetini öğrenmeyi intaç etmektedir.

Evet insanın kendi mana ve müktesebatına dair arayışları mahiyet şuurunu tevlid etmekte, eneyi yani mahiyet-i nefsiyeyi tanımayı netice vermektedir. Mahiyeti bilinmeyen insani bir cihazı hayırlı işlerde kullanmak, zararlı taraflarından kurtulmak müşkülleşmekte, tekmil merhalesi vücuda gelmemektedir.

İnsan yaratılış gayesini merak etmezse, mahiyetini yani camiyet ve fihristiyet yönünü keşfedemezse, mütenevvi istidat ve cihazat zenginliğini göremezse, marifet şuuru meleke haline gelmemektedir. Marifet şuuru meleke haline gelmeyince, iman denilen ve Halık-ı kâinat ile intisabı bildiren tasdik merhalesi taklidin ötesine geçememektedir.

Hakikat şuuru, halife-i arz mertebesini bihakkın yerine getirebilmek için talim-i esmadan nasiplenmeyi, yani kemalat-ı ilahiyenin ünvanları olan esma-i ilahiyeye vukufiyet içinde mazhariyeti istemektedir.

Akıbet şuuru ise, hilkatin fenaya doğru yol alması, vefat ile mazi kabristanına defnolması gerçeğinden hareketle, fani olan varlığını bekaya tebdil için gayreti intaç etmektedir. Bütün bu şuurlar insani meziyetlerde kemali netice vermektedir.

Elhasıl; insan, yaratılış gayesini ancak vahyin inşa ettiği bu şuurlar ile en ekmel bir surette tahakkuk ettirebilmektedir. Evet mahiyet şuuru takva ile istikameti, marifet şuuru tefekkür ile şehadeti, hayret içinde muhabbeti, hakikat şuuru heybet ile mehabeti, akıbet şuuru havf ile haşyeti tevlide medar bir iklime götürmektedir.

Maneviyat ve ahiret adına hassasiyet derin bir şuura, o dahi kullukta daimi bir huzura işaret etmektedir. Bu itibarla taklidi iman gayr-ı şuurî irtibatı, tahkiki iman şuurî intisabı bildirmektedir. İrtibat, fıtrattan gelen bir alakadarlıktan; intisap, ilimden gelen şuuri bir bağlılıktan haber vermektedir.

Azim mes’uliyetlerinin bilmeyenler, kulluk şerefinin yüceliğini idrak edemeyenler kendilerinden beklenen vazifeleri bihakkın ifa edememekte, istikamet üzere yürüyememektedir...

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (15)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.