Muzır Felsefe

Ahmet AKCAN

Felsefe; vahiy güneşine gözünü kapayan, mevcudatın hakikatini, insanın mahiyetini akıl feneri ile anlayacağını sanan, zahiri mutantan, batını pek çok noktadan kof olan fikri bir akımdır. Deneme yanılma ve akıl yürütme yoluyla düşe kalka yürümeye çalışan felsefe; cemiyet hayatına dair düsturları akıl ile bulacağına inanmakta, beşeriyeti huzura ve sürura ulaştıracağını sanmaktadır.

Kâinat sahibini inkâr ile yahut şirk ile âlûde batıl kabulleri bulunan felsefe, semavi dinlerden ışık alsa da, içtimai hayatta vahyin mutlak unsur olmasına doğrudan yahut dolaylı olarak karşı çıkmakta, şirk ile bulaşık fikirleri savunmaktadır.

Yani felsefi kabullerin içlerinde semavi dinlerden bir kısım güzellikler ve faydalı fikirler olsa da, insaniyet adına zararlı bilgilerin daha çok olduğu anlaşılmaktadır. Tabiyyun fikri ile akılları zehirlemesi, sefahate revaç vermesi ve dalaleti intaç etmesi sebebiyle felsefenin zararlı yönlerinin, faydalı taraflarından daha fazla olduğu tespiti yapılmaktadır.

Nurlu külliyat, felsefenin içine karışmış ve aslı semavi dinlere ait hususiyetleri ve müspet manada medeniyete ve insan hayatına hizmet eden fikirleri ile beşeri sefahate ve dalalete sevkeden taraflarını ayırmaktadır.

Ancak nurlu eserlerde geçen ifadelerden, insanları imansızlığa ve ahlaksızlığa sevkeden felsefenin büyük mikyasta muzır olduğu hükmü çıkarılmaktadır. Bu hüküm, aşağıdaki tespitlerle izaha çalışılacaktır:

Muzır felsefe; batılı devletlerin zalimane düsturlarına mehaz olmuş, her şeye bir nev’i ulûhiyet vererek beşeri azdırmıştır.

Muzır felsefe; dünyaya sabit bakmış, kâinat kitabının nakşı ile alakalanmış, kâinatın Halık’ına bakan yönlerini anlayamamıştır.

Muzır felsefe; eşyanın görünen yüzüne yoğunlaşmış, batıni cihetini yani siretini yok saymış, inkâr ile saadet-i ebediye yolunu tıkamıştır.

Muzır felsefe; iman hakikatlerini akıldan uzak görüp inkâra sapmış, esbaba ve tabiata tesir vererek şirk yolunu açmış, tevhid yolunu kapamıştır.

Muzır felsefe; hadisatı anlamsız ve korkunç gösteren bir gözlük ile bakmış, insanları insaniyete layık anlamdan ve amaçtan mahrum bırakmıştır.

Muzır felsefe; kalem-i kaderin yazdığı ince nakışları okuyamamış, kudret mucizelerini tesadüflere havale ile tabiat bataklığına saplanıp kalmıştır.

Muzır felsefe; nazarları dünyaya çevirmiş, hayat şartlarını ağırlaştırmış, şehvani hisleri kamçılamış, insanları servetin, şehvetin ve şöhretin esiri kılmıştır.

Muzır felsefe; mahlûkatı tesadüfler silsilesi ve sebepler ile izaha kalkışmış, zihinleri maneviyata karşı yabancılaştırmış, beşeri din-i haktan uzaklaştırmıştır.

Muzır felsefe; tüm varlığın ilahi isimlerin ayinesi olduğunu anlayamamış, eşyanın hüsn-ü hilkatinde görülen ilim ve hikmeti tesadüfler ile izaha kalkışmıştır.

Muzır felsefe; nevm ile alude, nazar-ı gaflet ile malûl olduğundan Nebiler eliyle beşere hediye edilen külli hakikatlere muhatap olamamış, kıymetini anlayamamıştır.

Muzır felsefe; nası unsuriyetlerine göre ayırmış, muhabbet yerine adaveti, muavenet yerine müsademeyi alkışlamış, insanlar arasında çeşit çeşit kavgalara sebep olmuştur.

Muzır felsefe; menfaati olan şeyleri “rab” olarak tanımış, takipçilerini en hasis şeylere bir nevi kulluk yaptırmış, firavun meşrep muannid ve mütemerrid zümreleri doğurmuştur.

Muzır felsefe; müessiri değil eseri, nakkaşı değil nakşı, Sani’i değil sanatı alkışlamış, şahsi ve içtimai hayata ait kuralları vahyin değil, kendilerinin koyması gerektiğini savunmuştur.

Muzır felsefe; hârikulâde olan kudret mucizelerini âdiyat perdesi altında saklamış, intizam-ı hilkatten huruc eden ve kemal-i fıtrattan sukut eden nadir ferdleri dikkatlere sunmuştur.

Muzır felsefe; “insaniyetin en mühim gayesi Vâcib-ül Vücud'a benzemektir” diyerek eneleri kamçılamış, insanları azdırmış, şecere-i zakkum suretini alıp, şirk ve dalalet zulümatını âleme yaymıştır.

Muzır felsefe; “galebe edende bir kuvvet var. Kuvvette hak vardır.” diyerek kuvveti kutsamış, zulmü ve zalim cebbarları alkışlamış, kuvve-i gazabiye dalında; Nemrudları, Firavunları, Şeddatları doğurmuştur.

Muzır felsefe; hakikatin yolunu şaşırmış, mevcudata “mana-yı ismî” ile bakmış, eşyanın ziynetine aldanmış, “ne güzel yapılmış” yerine “ne güzeldir” diyerek mevcudatın sahibi Rahman ile irtibatı koparmıştır.

Elhasıl; bilim ve teknolojinin gelişmesi, servet ve zekâvet nimetlerinin ziyadeleşmesi nefisleri ayartmakta, beşeri azdırmakta, felsefi kabuller insanları felakete yuvarlamaktadır. Felsefi inanç ve düsturları “iman esasları” derecesinde benimseyen bir kısım zümreler, hayatın tüm alanlarında en müessir (belirleyici) unsurun felsefenin yan ürünü olan ve İslami esaslara savaş açan “Pozitif Bilimleri” hâşâ mukaddes metinler gibi kutsamaktadır.

Felsefi düşünceler ve kabuller ile şekillenen batı medeniyeti, aklın ihatasız sönük nazarını ve nakıs mahsulatını, vahiy güneşi ile nurlanan ulûm-u diniyenin üzerinde tutmaktadır. Aklı tanıma aracı olmaktan çıkarmakta, din-i haktan müstakil tanımlamalar yapmaktadır. Tarik-i Kur'ân ise aklı, terakkisi ve tekâmülü çerçevesinde ilahi emirlere âmâde kılacak düsturları ikâmeye çalışmaktadır...

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.