Daire-i ilmindeki varlığa cismani bir beden giydirip göze gösteren, kâinatı isimlerinin garip nakışlarıyla süslendiren, nazarları harika san’atlarına çeviren, şu dünyayı zişuur mahlûkatına bir bayram, bir şehrayin suretinde inşa eden Hâlık-ı Rahim Rezzak-ı Kerîm, bazı zaman ve mekânları sonsuz rahmet ve mağfiretine, hesapsız nimet ve atiyyelerine daha ziyade mazhar kıldığı görülmektedir.
Evet, Halık-ı Mutlak’ın nihayeti bilinmeyen mülkünde bir kısım mukaddes mekânlar, kudsi zamanlar yarattığı sahih riravetlerde bildirilmektedir. Zarfın değeri mazrufun kıymetinden haber vermekte, zaman ve mekânların kudsiyeti ve mübarekiyeti de mazrufa zarf olmalarından ileri gelmektedir. Mesela Kâdir gecesinin, mazrufu olan Kur’an’ın nüzulü ile kudsiyete ve bin aydan daha hayırlı bir kıymete ulaştığı ifade edilmektedir.
Gaflet ve sefahat ile geçirildiğinde şekavetli elim bir hayatı intaç eden, Rahman’ın kudsi rızası dairesinde değerlendirildiğinde saadet-i ebediyeyi netice veren mukaddes zamanlar, “Şuhur-u Selase” diye bilinmekte, “Receb, Şaban ve Ramazan” olarak isimlendirilmektedir.
Üç aylar; Misak-ı Ezelide “Kalû Belâ” diye verilen sözün tecdidine, mahza vahiy olan Kur’an ile irtibatın teminine, akıl ve kalbin tenvirine, ilahi kurbiyetin tekmiline mühim bir vesile, rahmani bir hediyedir.
Sevapların yüz, bin, on binlere katlanması, insanların arzdan arşa doğru manen kanatlanmasına vasıta olan şuhur-u selase; kesif (yoğun) dünya gündeminden yorgun düşen gönüllerin dinlenmesine ve derinleşmesine müsait âsûde bir iklim gibidir.
Beşeriyetin kemalat mertebelerinde seyr ü sülûküne en müsait ve mübarek bir zaman dilimi olan şuhur-u selase; ibadet ve itaatin arttırıldığı, sonlu zaman nehrinde sonsuz bir ömrün kazanıldığı, ilahi rahmet ve mağfiretin sağnak yağmurlar gibi yağdırıldığı bereketli bir mevsim hükmündedir.
O halde Şuhur-u Selasede; Halık-ı Kâinat ile gönülden irtibata geçmek, yani şahsi kemalat ile külli hasenattan nasibini tezyid etmek adına, Rabbimiz ile olan münasebetimizi gözden geçirmek, ibadet zarfının mazrufu olan takva şuurunu tekmil ettirmek gerekmektedir.
Hakkı tasdike, hakikati tahkike, ilahi emirleri tatbike müsait bir zemin olan üç aylarda tutulan farz ve sünnet oruçlar, insanları malaniyattan alıkoymak, ruhları maâliyata kamçılamak namına nefisleri “açlık zincirine bağlamak” manasına gelmektedir. Oruç ibadeti, nefsin acz, fakr ve kusurunu görmesine, kudret-i ilahiyeye boyun bükmesine hizmet etmektedir.
Evet, hakikat seyahatinde insanın ayağını kaydırmaya çalışan, istikamet üzere yürümesini zorlaştıran, nefsin arzularından insanı kurtaran en tesirli vesile olan oruç, akıl ve kalbin galibiyetine, nefsin mağlubiyetine, marifet-i ilahiyenin talim ve tahsiline, imanda yakinin tezyidine en müsait zamanlar olarak bilinmektedir. Özetle;
Şuhur-u Selase, zikir, fikir ve şükür vakitleridir.
Şuhur-u Selase, rahmete sığınma, kudrete dayanma vakitleridir.
Şuhur-u Selase, dua ve münacat, istiğfar ve nedamet vakitleridir.
Şuhur-u Selase, seyyiattan uzak durma, hasenat ile meşgul olma vakitleridir.
Şuhur-u Selase, dünya işlerinden kalben tecerrüd, umur-u uhraya kesben teveccüh vakitleridir.
Şuhur-u Selase, manen ölmüş kalplerin zikr-i ilahi ile dirildiği, günahlar ile kirlenmiş nefislerin oruç ile temizlendiği, dünya işlerinden yorgun düşen zihinlerin Kur’an ile dinlendiği vakitlerdir.
Şuhur-u Selase, Allah’a muhatap olarak yaratılan ve cami istidatlar ile donatılan insanın hitab-ı ezeli olan Kur’an’a uyma, Kur’an ile uyanma, kulluğundan habersiz kulları Kur’an hakikatleri uyandırma vakitleridir.
Elhâsıl; meratib-i kemalâtta insanın seyr ü sülûküne müsait vakitler olan şuhur-u selase; insaniyetin mutlak bir istikbal olan ahiret âlemine doğru yürüyüşüne istikamet veren, hakka ve hakikate yönelişini kemale erdiren kudsi bir zamanı ifade etmektedir. Recep dikim ayı, Şaban bakım ayı, Ramazan hasat ayı gibidir. Yani Recep ayında ekilen, Şaban ayında yeşeren, Ramazan ayında kemale eren mahsulatın hasadı bu aylarda gerçekleşmektedir.
İlahi kurbiyete nailiyet, hakiki hidayete vuslatı istemektedir. Hakiki hidayet ise; hakkı hak bilip tabi olmayı, batılı batıl bilip kaçınmayı gerektirmektedir. Bu ise, âyat-ı beyyinat (apaçık belgeler) olarak ifade edilen Kur’an ile inşa edilmiş bir aklı ve kalp birlikteliğini iktiza etmektedir...