Gayri ahlakiliğin kutsandığı, akılların dalalet cereyanları ile arızalandığı, insanların şirki intaç eden kelimeleri rahatlıkla kullandığı, imanların hıfzı noktasında hassas davranılmadığı bir asırda yaşadığımız tariften azade görülmektedir. Lisanlarda eksik olmayan, ahiret noktasında dehşetli neticeleri doğuran bir kısım ifadelerin mihenge vurulmadan kullanıldığı esefle müşahede edilmektedir.
Şirke sebebiyet veren ve maneviyat noktasında oldukça ağır mes’uliyetleri intaç eden tehlikelerin herkesçe görünmemesi yahut kâfi derecede önemsenmemesi, hatta lakayt tavırlar sergilenmesi mes'elenin ciddiyetine vâkıf olanları endişelendirmektedir.
Çünkü saadet-i ebediyenin imana şirk karıştırmama, yani tevhide ulaşma şartına bağlandığı bilinmektedir. Şirki yahut küfrü tevlid eden sözleri istimal etmek, ebedi bir hüsranı netice vermektedir. Kur’an, Allah’a şirk koşulmasının asla bağışlanmayacağını bildirmektedir. (Nisâ, 48-116)
Demek bir müslüman için en mühim mes’ele tevhid-i hakikiye vuslat olduğu gibi, en ehemmiyetli mes'ele de şirke düşmekten çekinmeyi gerektirmektedir. Çünkü takva-i hakiki, şirkten arınmayı istemektedir.
İlköğretimden itibaren okullarda, dinden arındırılmış maddeci laik bir eğitim ile küfranî bir bakışın öğretildiği dikkate alındığında, şirkten musaffa (arınmış) bir imana sahip olmanın, ilahi rızayı tahsile medar halis amellere muvaffak kılacak rahmani bir bakış açısına ulaşmanın müşkül olduğu görünmektedir...
Bu Müslüman cemiyetin fikir ve his dünyalarını küfür ve şirk ile bulandırmaya azmetmiş şer şebekeleri durmadan ve yorulmadan çalışırken, Ümmet-i Muhammedi (a.s) selamet sahiline götürmekle vazifeli zümrelerin gafletten haber veren dağınık vaziyetleri, mes'elenin ehemmiyetini idrak edenleri derinden üzmektedir...
Bir ilah gibi vasıflar nispet edilen “doğa” kavramının her alanda karşımıza çıkarılması, esmaî tecellilerin ve rahmanî teveccühlerin neticeleri olan sayısız nimetlerin “doğanın ikramları” olarak insanlara sunulması, şirki tevlid eden bu sözlerin müslümanlarca sıradan ifadeler olarak kullanılması yahut mes’elenin normal karşılanması, tevhid hakikatinin ehemmiyeti noktasından sıkıntılı bir duruma düşüldüğüne emareler olarak nitelendirilmektedir...
Evet, şükür ve hamdin arz ve semanın Rabbi Allah'a ait olduğu mutlak gerçeğini bilemeyenler, “El-Hamd” ile “Hasr” manasının tevhide işaret ettiği ve şirki reddettiği hakikatini göremeyenler bu tür ifadeleri fütursuzca kullanmaya devam etmektedir...
Şükür ve minnettarlığını nimetlerin hakiki sahibi Rahman yerine “doğaya” sunan ve bundan rahatsız olmayan bir imanın, saadet-i ebediyeye insanı nasıl ulaştıracağı ibretlik olarak değerlendirilmektedir.
Nurlu eserlerde geçen; “Ne güzel deme ne güzel yapılmıştır de” gibi ifadeler; intizamlı eserlerin, ancak muhit bir ilim ve nafiz bir irade ve mutlak bir kudret ile vücuda gelebileceği, mevcudatın şuurî yahut gayri şuurî olarak malik-i hakikisinden koparılmasının, cansız ve şuursuz unsurlara ait kılınmasının insanı şirke ve küfre düşüreceği gerçeğine dikkatleri çekmektedir.
Şirk mes’elesinin sathi ve önemsiz görülmesi, gereken hassasiyet ile ciddiyetin gösterilmemesi, hayat-ı uhreviyede dehşetli neticelere sebebiyet vereceği gibi dünyevi saadetimizi de mahvetmektedir. Kur’an’ın beyanatıyla “necaseti” ve “büyük bir zulmü” intaç eden şirke düşmekten kurtulmak, tevhid-i hakikiye ulaşmak her Müslüman için her asırda ehemmiyet kesbetmektedir...
Hâsıl-ı kelam; tevhid, kâinattaki intizamın varlığından hareketle vahdeti görmek, şirk fiillerdeki birliği (vahdeti) görememekten neş’et etmektedir. Tevhid, fıtrat ayarlarına sadakati; şirk, hilkate ve Kur’ani hakikatlere ihaneti netice vermektedir. İlim ve marifet ile tevhid-i hakikiye ulaşamayan avam-ı nasın fikren dalalete, lisanen şirke düşmeleri ehl-i tahkiki endişeye sevketmektedir.
Tevhid-i imani, ameli tevhid olan ihlâsı da istemektedir. Şirkten arınmadan, sahih bir imana ulaşmadan, salih bir amele ulaşmak mümkün görünmemektedir. Maddi meşgalelerin kesafeti ve gurur saiki gibi nedenlerle idraki melekeleri daralan, düşünce dünyaları sıradanlaşan müslümanların itikadi mevzularda olduğu gibi, içtimaî ve siyasi mes’eleleri de hatalı yorumladıkları, sığlaşan fikirleri ile din düşmanlarına dostane vaziyet takındıkları esefle müşahede edilmektedir...