Yaratılış Telakkîsi

Ahmet AKCAN

Yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine çıkarılan, akıl nimeti ile donatılan insanların yaratılış gayesine uygun bir hayat telakkisine sahip olmaları, “nereden, niye geldim ve nereye gidiyorum” gibi zihinleri meşgul eden soruların cevaplarını arayıp bulmaları gerekmektedir.

“Ben gizli bir hazineydim, bilinmek ve tanınmak istedim, mahlûkatı yarattım.” [1] Kudsi Hadisi, san’atlı eserlerin kâinatın sahibi Rahman’ı tanıtmak, yani cemal-i ilahiyeye ayine olmak üzere yaratıldığını ifade etmektedir.

Şuur sahibi insanların Allah’ı tanımak, şuursuz mahlûkatın tesbihat ve tahmidatına şahit olmak, onların tespih ve hamdlerini şuuren Rahman’a sunmak üzere yaratıldığı bilinmektedir.

Kur’an’ın manevi bir tefsiri olan Risale-i Nur, insanların yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine çıkarılma gayesini; “Hâlık-ı Kâinatı tanımak ve Ona iman edip ibadet etmek” [2] olarak bildirmekte, ‘tanıma’ şartını ‘ubudiyet’ vazifesinin önünde zikretmektedir.

Dünyanın üç yüzünün bulunduğunu bildiren nurlu eserler, Cenab-ı Hakk'ın isim ve ünvanlarına ait ‘birinci yüzde’, Esma’ül Hüsna’nın mütenevvi nakışlarının görülmesi, o isimlerin tarif ve tavsif ettiği Rahman’ın bilinmesi, o isimlerin iktizaları ile hareket edilmesi, yani o isimlere ayine olunması istenmektedir.

Ahiretin mezraası olarak bilinen ‘ikinci yüzde’ ise; hayır ve hasenat tohumlarının dünya tarlasına ekilmesi, a’mal ve ibadet ile uhrevi bir ticaretin görülmesi, sonsuz bir saadete liyakat ve ehliyet kesbedilmesi beklenmektedir.

Heva ve hevesleri galeyana getiren, insanları gaflete, sefahate ve dalalete götüren, esma-i ilahiyeye ait güzellikleri örten ‘üçüncü yüzden’ ise uzak durulması gerekmektedir.

Gayri ahlaki kabulleri, İslami olmayan fiil ve hareketleriyle iman iddialarını ispat edemeyen zümreler, Allah’ı isim ve sıfatları ile bildiren, yani ‘meşher-i esma’ olan dünyanın ‘birinci yüzünü’ görmemekte yahut ilgilenmemektedir.

Yüzlerini heva ve heveslere hitab eden dünyanın ‘üçüncü yüzüne’ çeviren bu nefisperest güruh, marifetullaha medar tecelli-i esma ile irtibata geçememekte, ‘lezzet-i ruhaniye’ nedir bilmemektedir.

‘Cama Elmas’ fiyatı ödeyen, ebedi ödül diyarı cennete ucuza ulaşmayı ümid eden bu düşüncesiz güruh, Cum’adan Cum’aya, bayramdan bayrama ikinci bir hayata hazırlık yapmayı kâfi görmekte, hesabı, mizanı ve azab-ı ilahiyi ciddiye almakta müşkilat çekmekte, cehennemi sınırlı bir süre kalınacak sıcak bir ülke zannetmektedir.

Adımlarını i’tidal ve istikamet üzere atmakta zorlanan, sema, arz ve dağların çekindikleri ağır mesuliyetlerini umursamayan, dünyanın melekût cihetiyle, yani Esma-i İlahiye cephesiyle alaka kuramayan bu ashab-ı keyif; hayatı buradan ibaret sanmakta, dünyaya -gayri müslim milletler gibi- haz ve eğlence merkezli bir mana yüklemektedir.

Dünyevi ve maddi zararlar noktasında ziyadesiyle hassas ve tavizsiz davranan, uhrevi kayıp ve zararları umursamayan, ‘Tek Dünyalı’ ecnebi milletler gibi yaşayan sözde inançlı bu zümre, takva gerçeğinden uzakta günahlara açık, helal haram mevzuunda oldukça rahat bir vaziyet sergilemektedir.

‘Ben merkezli’ yaşayan, huzuru heva-i nefsin tatmininde arayan, sadece cismani ve şehvani arzularını tatmine çalışan bu güruh; Kur’an’ın, “Hayır! Doğrusu siz çarçabuk geçeni (dünya hayatını ve nimetlerini) seviyor, ahireti bırakıyorsunuz.” [3] şiddetli ikazını bilmedikleri yahut önem vermedikleri müşahede edilmektedir.

Evet dünyayı lezzet ve zevk diyarı olarak gören, uhrevi hazırlığını yerine getirmeyen, esma-i ilahiye ile irtibata geçmeyen kesimlere Nurlu eserlerde, “…bu hayatın gayesini rahatça yaşamak ve gafletli lezzetlenmek ve heveskârane nimetlenmektir diyenlerin, gayet çirkin bir cehaletle; münkirâne, belki de kâfirâne, bu pek çok kıymetdar olan hayat nimetini ve şuur hediyesini ve akıl ihsanını istihfaf ve tahkir edip, dehşetli bir küfran-ı nimet ederler.” [4] denildiği, bu hatalı telakkiye dikkat çekildiği görülmektedir.

Sonsuz bir hayata hasenat biriktirmeyi ihmal eden, fani ve elemli bir hayatı elemsiz ve ebedi bir saadete tercih eden zümreler için Kur’an; “Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup onunla tatmin olanlar bizim ayetlerimizden gafil olanlardır.” [5] diyerek, ilahi varlığın belgeleri (ayetleri) olan harika eserlerden kat’-ı alakanın dünya muhabbetine sebebiyet verdiğini, yakin nurunu söndürdüğünü bildirmektedir.

Evet evet! Varlık mertebelerinin en alt seviyesinde bulunan maddeye atfedilen önem ziyadeleştikçe, kalbi ve ruhi lezzetleri terkedip nefsani zevklere insanlar yöneldikçe, insaniyete layık izzet ve şereflerini yitirmektedir.

Derin mahfiller ise; insanları yaratılış gayesi üzerinde düşündürmemek, dünyayı zevk ve lezzet diyarı olarak göstermek, lezzet-i ruhaniyenin yegâne kaynağı İslam ile insanların buluşmalarını engellemek için bütün güçleri ile gayret etmektedir.

Elhasıl; doğru bir yaratılış telakkisinde öncelikle şirkten arınmış bir iman, yani tevhide vuslat gerekmektedir. Bu ise, Rabbimizi isim ve sıfatları ile bilmeyi, yani ‘talim-i esmadan’ nasiplenmeyi iktiza etmektedir. Çünkü “Esma’ül Hüsna, kemalat ve fazilet adına kimde ne varsa bendendir” demekte, şirkin tüm çeşitlerini reddetmektedir.

Yaratılış telakkisi doğru olarak tahakkuk etmeden, yani şu kısa hayatın niye verildiğine dair fikri kabuller düzelmeden, dünya hayatına yüklenen mana ve yaşayış tarzları da düzelmeyecektir. İnsanların amelen ve ahlaken doğrulmaları, İslam’ın müslümanlardan istediği istikametli bir hayata sahip olmaları gerçekleşmeyecektir...

[1] Keşf’ül Hafa, II/132
[2] Şualar, 100
[3] Kıyamet 75; 20-21
[4] Lem'alar, 331
[5] Yunus 10; 7-8

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (10)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.