RİSALEHABER
Doğan’ın izahlarının İslam hukukuna, modern hukuka ve Risale-i Nurların izahlarına uymadığını belirten Akgündüz, şu izahlarda bulundu:
1-“Vekîl” ve “Vâris” isimleri Allah’tan başkasına verilmezmiş. Bunu yazanlar İslam itikadından ve İslam miras hukukundan haberdar olamazlar. Zira âlim olan bilir ki, bu iki ismin hakiki sâhibi Allah’adır; tıpkı diğer esmâ-i hüsnâ gibi. Ancak “Allah” ve “Rahman” sıfatları dışında bütün isimler insanlar için de kullanılabilir. Vâris de miras hukuku manasında Kur’an ve Sünnette belirlenmiştir. Üstadımızın kasdettiğinin manevî vâris olduğunu körler bile anlar.
2-Vekîl-i Mutlak, hakîkî manada Allah’tır. Ancak İslam Hukukundaki “belli ve meşrû olan bir tasarrufa bir şahsın kendi yerine başkasını yetkili kılmak” manasındaki vekâlet de mutlak ve mukayyed olmak üzere ikiye ayrılır. Günümüz hukukunda mutlak vekâlete “umumî vekâlet” mukayyed vekâlete ise “husûsî vekâlet dendiğini Noterler bile bilir. Zaten bu tabirler hukûkî tabirlerdir.
3-Mutlak vekîl, birden fazla olmayacağı hangi İslam Hukuku eserinde yazılır? Yüz tane de mutlak vekil olabilir.
4-Kürtçülük damarıyla hareket eden bazı ahmaklar gibi, bu kitapta da, vekâlet ve vasiyet belgelerini inkâr etmek için hemen Risâle-i Nurları tahrif iddialarına girişmişlerdir. Asılları Osmanlıca olarak elde bulunan bir eserde tahrif var demek ahmaklıktır; zaten bu tahrifler aslına bakıldığı zaman hemen ortaya çıkacaktır.
5-Bediüzzaman’ın hiçbir talebesi, “ben İslam Miras Hukuku noktasında “vârisim” dememiştir ve asla demezler. Bu vârislik manevî vârislerdir. “Âlimler, Peygamberlerin vârisidirler” hadisini bu kendini âlim zannedenler hiç okumadılar mı?
6-Elimizde vekillik meselesinin açıklandığı Emirdağ ve Kastamonu ve hatta Barla Lahikalarının yüzlerce Osmanlıca nüshaları bulunmaktadır. Sadece benim dijital arşivimde 2.800 Risâle-i Nur’un yazmaları vardır. Bir kısmı Üstad tarafından tashih edilmiştir. Muhammed Doğan’ın evhamlarla dolu kitabında iddia ettiği Said Özdemir Ağabeyin elindeki bütün yazma eserlerin dijitali tarafımdan görülmüştür.
MUTLAK VEKİL NE DEMEK?
Mutlak, Kayıtlanmamış lafız anlamında fıkıh usûlü terimidir. Kur’an ve hadîs metinlerinin yorumu konusunda fıkıh usûlünde geliştirilen terminoloji içinde önemli bir yere sâhib olan mutlak ve mukayyed lafzın delâletinin vasıf, şart, zaman, mekân gibi kayıtlarla sınırlandırılmış olup olmadığını belirten bir kavram çiftidir. Mutlak için “gayr-i muʻayyen bir ferdi veya fertleri gösteren ve herhangi bir sıfatla kayıtlanmış olmayan lafız”, mukayyed için de “gayri muʻayyen bir ferdi veya fertleri gösteren ve herhangi bir sıfatla kayıtlanmış olan lafız” şeklinde bir tanım verilebilir. “Mutlak ıtlakı üzere cârî olur. Eğer nassan yahud delâleten takyîd delîli bulunmaz ise.”
Nur talebesi ve hatta erkândan da olsa İslâm âlimi demek değildir. Her Nur talebesini tam bir İslâm âlimi olarak gören -eğer var ise- Nur talebeleri hata ettiği gibi, Üstadın bu beyânlarından, “her Nur talebesi, beş on haftada İslâm âlimi olur” manasını anlayan hâriç dâirelerdeki muhâlifler de hatalıdır. Hele hele “Üstad’ın rükün talebeleri, Üstad’dan ma’nevî yol ile bütün ilimleri almıştır” diyenler, kim olurlarsa olsun aklî dengesi olmayan insanlardır.
SUNGUR AĞABEY: KARDEŞİM, ÜSTADIMIZIN İKİ ÇEŞİT VARİSİ VARDIR
Bunu şu izahlarla aydınlatmak vazifemizdir:
“Mutlak ıtlakı üzere cârî olur. Eğer nassan yahud delâleten takyîd delîli bulunmaz ise.” hakikatı burada da geçerlidir. Nitekim hem Mustafa Sungur Ağabeyin hatıraları ve hem de Üstadımızın nakledeceğimiz ifadeleri, tartışmalı olan mutlak vekilliğin kayıdlı olduğunu açıkça ifade etmektedir.
Sungur Abimize (rahmetullahi aleyhi ebeden daimen) hayattayken birçok defa sual edilmişti. “Üstadımızın varisi vekili kimdir? Kendisinden sonra kimi bırakmıştır?”
Sungur Abi ise şu minvalde cevaplar vermişti:
Kardeşim, Üstadımızın iki çeşit varisi vardır.
Birincisi, mürşidlik tarzındaki varisidir. O da Risale-i Nurdur. Muazzez Üstadımız hayatındayken Lahikalarda da sabittir. Nazara hep Risale-i Nuru veriyordu. Kendisi de Risale-i Nurdan ders alıyor ve aldığını ifade ediyordu. Biz o zaman tevazudan böyle söylüyor zannederdik. Sonra ne kadar büyük bir hakikat olduğunu vefatıyla anladık. (İfadeler hatırımda kalan manaya göredir. Kelime kelime değildir.)
Sonra şu ifadeleri bazen okumuş veya okutturmuştur.
“...kat'iyyen size haber veriyorum ki: Risale-i Nur'un herbir kitabı bir Said'dir. Siz hangi kitaba baksanız benimle karşı karşıya görüşmekten on defa ziyade hem faydalanır, hem hakikî bir surette benimle görüşmüş olursunuz.” (Emirdağ Lahikası-2, 191)
“Risale-i Nur bana hiç ihtiyaç bırakmıyor.” (Emirdağ Lahikası-2, 191)
“Benimle hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam, hangi risaleyi açsa; benimle değil, hâdim-i Kur'an olan üstadıyla görüşür ve hakaik-i imaniyeden zevkle bir ders alabilir.” (Kastamonu Lahikası, 25)
“Hem şimdi anlıyorum ki, eskiden beri benim liyakatım olmadığı halde bana verilen Bedîüzzaman lâkabı, benim değildi; belki Risale-i Nur'un manevî bir ismi idi. Zahir bir tercümanına âriyeten ve emaneten takılmış. Şimdi o emanet isim, hakikî sahibine iade edilmiş.” (Mektubat, 465)
İkincisi ise, Risale-i Nurun tarzını, hizmet prensiplerini, usulünü muhafaza etme vazifesi olan varisler ve vekillerdir. Üstadımız müteaddit defalar derdi “Benim gibi binler vekili ve varisi olan” veya “benim bir varisim olamaz, binler varislerim var” ifadeleriyle beraber Emirdağ Lahikasında mektublarda isim sayarak beyan etti. Hatta son vasiyetlerinde şu ifadeye nazar-ı dikkati celbetti.
BAYRAM YÜKSEL AĞABEY: ÜSTADIMIZDAN BİZE DÖRT VAZİFE KALDI
“Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda hizmetimde olup, bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört-beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapsınlar. Şimdilik Tahirî, Sungur, Ceylan, Hüsnü ve bir-iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum.” (Emirdağ Lahikası-2, 233)
Bayram Yüksel Ağabey derdi: Üstadımızdan bize dört vazife kaldı.
Bir: Risale-i Nur'un neşri,
İki: Medrese-i Nuriyelerin açılması,
Üç: Tevafuklu Kur'anın tab'ı
Dört: Lahika mektuplarının neşri."
İşte muhterem Hüsnü Bayram ve bütün rükün ağabeyler ikinci manada vekildirler. Buna itiraz eden nur dairesinde kalamaz. Bu vekillik birinci manada değildir.
Yayınlanacak lahikalar da ikinci vekillik mevzularıyla sınırlıdır. Yoksa "zahir-i şeri'ata" yahut nurların haykırdığı hakikatlara muhalif olan konularda bu yetkiye kimse sahip değildir. Birincide yetkili sadece Risale-i Nurdur; o da Kur'an ve şeri'atla arş-ı a'zama bağlıdır.
MUHAMMED DOĞAN MUTLAK VEKİL KONUSUNDA NE DEMİŞTİ?
Molla Muhammed Doğan, Reddül’l Evhâm-6 isimli kitabında "mutlak vekil" ve "mutlak varis" kavramlarını şöyle yorumladı:
Vâris ve Vekîl isimleri, esmâ-i hüsnâ-i İlâhiyedendirler. Bu iki isim, mana-yı hakîkîsiyle yalnız Allahu Teâlâ hakkında kullanılır. İnsanlar hakkında ise; Allah ve Rahman isimleri hâric, diğer isimler mecâzî manada kullanılabildiği gibi; Vâris ve Vekîl isimleri de insanlar hakkında mecâzî manada kullanılabilir. Ancak esma-i İlahiyeden hiçbiri “mutlak” kaydıyla insanlar hakkında kullanılamaz. Mesela; Kadir-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak isimleri, Allah’a has olduğu gibi; Vâris-i Mutlak, Vekîl-i Mutlak isimleri de sadece Allahu Teâlâ’ya hastır. Kadir-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak isimlerini insanlar hakkında kullanmak câiz olmadığı gibi; Mutlak Vekîl ve Mutlak Vâris isimlerini insanlar hakkında kullanmak, fıkhen haramdır, şer’an câiz değildir. İ’tikâden de şirki işmâm eder. Bu kelimede şâibe-i küfür mevcuttur. Bu sebeple insanlar hakkında bu tabirleri bilmeyerek kullananlar varsa, ehl-i ilim olarak onları ikaz ve irşad etmek vazifemizdir. Ancak bazı fıkıh kitaplarının vekâlet bölümlerinde kullanılan “vekîl-i mutlak” tabiri, mukayyed vekîle nisbetle mutlak olan vekil için kullanılmış, hakîkî mutlaklık manasında kullanılmamıştır.
Madem Mutlak Vâris, Mutlak Vekîl isimleri, hakîkî manada sadece AllahuTeâla’ya hastır ve O’nun hakkında kullanılır. Elbette Bediüzzaman gibi muhakkik bir âlimin, mektupların da ve vasiyetnâmelerinde bir veya birkaç şahıs hakkında Mutlak Vekîl ve Mutlak Vâris tabirlerini kullanması, aklen ve şer’an muhaldir.
Evet, farz-ı muhal olarak şayet “Mutlak Vâris” ve “Mutlak Vekîl” tabirleri, insanlar hakkında kullanılsa, ancak bir tek şahıs hakkında kullanılabilir. Birden fazla şahıs hakkında bu tabirleri kullanmak, İlahî hukuk açısından mümkün olamayacağı gibi beşerî hukuk açısından da mümkün değildir. Zira “mutlak” kelimesi, kayıtsız, şartsız demektir. Birden fazla vekil veya vâris olduğunda bu kadar eşhasa “mutlak” vasfı nisbet edilemez. Zira bu kadar sayı, takyîd ve tecezziyi ifade eder. Üstad Bedîüzzaman (ra) Hazretleri’nin vârislikle alakalı mektuplarında dört, beş, altı, on iki, on beş, on yedi, on sekiz, yirmi beş gibi müteaddid eşhastan bahsedilmektedir. Bedîüzzaman Hazretleri’nin birden fazla mutlak vekîli ve mutlak vârisi kabul edilirse, bu durumda mutlaklık söz konusu olamaz, bu vekil ve varisler, birbirlerini takyîd etmiş, kayıt altına almış olurlar. Bu ise muhâldir.
Yanlış anlaşılmasın! Haşa biz bu cümlelerimizle birilerinin şirk ve küfrüne hükmetmiyoruz. Zira ehl-i kıblenin tekfîrine gitmek, şer’an câiz değildir, haramdır. Burası dar-ı İslam’dır. Âbâ ve ecdâdı Müslüman olanların tekfirine gidilmez. Belki bizler, Üstad Bedîüzzaman Hazretleri’nin verâsetle alakalı mektuplarını şerh, izah ve tahlîl ederken, hata edilen itikâdî bir mes’eleyi beyan ediyoruz, halkın itikadını düzeltmeye çalışıyoruz. Elbette hata ve yanlışta, bâhusus bâtıl bir fikirde ısrâr edilmez, edilmemeli! Böyle bir yanlıştan dönülmesini kardeşlerimizden taleb ve ricâ ediyoruz.