"Her renge boyan da renk verme."
Şeyh Galib
Bu yazı biraz karışık olacak. Sabrederseniz ama güzel birşey söyleyecek. Şöyle bir yerden 'bismillah'layalım: İstibdat sadece hürriyeti değil varlığı da öldürüyor. (Hürriyet zaten potansiyelin varlığa çıkma arzusundan başka nedir?) Vücud sahasına çıkacak pekçok yeni renk baskının tek renkliliğinde ortaya çıkamıyor. Çekiniyor. Yahut intihar ediyor.
'İntihar'ı iki anlamda kullanıyorum. Birincisi: Daha yatay düzlemde ki, istibdat, tek renklilik övgüsüyle diğer renkleri gözden düşürür. Gözden düşen renk varolmak istemez. İltifat görmeyen varlık yokluğu seçmeye meyyaldır. Kırılır. Küser. İntihar böyle bir temayülden beslenir. Varolan varolmasının güzel/meşru olduğunu iltifatlardan tanır. İltifat yoksunluğu istibdadın birinci katliamıdır. Yani evvela önemsizleştirerek katleder.
İkincisi: Biraz daha dikey bir düzlemde. Ceberut gereksizleştirerek de katleder. Nasıl anlatmalı? Belki şu şekilde: İstibdadın iltifatıyla o tek renk içinde varolmayı seçenlerin varlıkları da aslında hakiki değildir. Sureten vücudî görünen ademlerdir. Varlık görünümlü yokluklardır onlar. Angaje oldukça da daha fazla yokolurlar. Özlerini yitirirler. Yani aynılaşmaktadır onların kıyametleri. Evet. Aynılaşanlar, gereksiz kılarak birbirlerini, birbirlerinin katili olabilirler. Aralarında nüans bulunmayanlar 'varolma' ve 'görünme' vazifelerini birbirlerine bırakabilirler. Bediüzzaman'ın istibdadla 'neme lazımcılık' arasında kurduğu ilgi buna da işaret eder.
Eğer varolanları tek renge mahkûm ederseniz, hep aynı renk olduklarından, görünenler görünmeyi birbirlerine bırakabilirler. Zorbalık tam da bu nedenle varolanı tembelleştirir. Çünkü farklı olarak varolmayan ayrıca varolmak da istemez. Herhangi birşey olan hiçbirşey de olur. Nihayetinde kendisi de varolsa, başkası da varolsa, temaşa aynı renktir, değişmeyecektir. O halde aynı rengin çoklukla yorulmasına gerek yoktur. Renklerden birisi çalışsın yeter. Diğerleri boylarınca tembelliğe batar. Hatta bazen hepsi birden (ne de olsa içlerinden birisinin görünmekte olduğunu düşünerek) bu tuzağa düşerler. Görünmeyi terkederler. Varoldukları halde varlıklarından çekilirler. Vahdet düzeyinde yine vardırlar. Ancak Ehadiyet düzeyinde artık yokturlar.
İstibdat cemaate de girse aynısını yapar. Tektip veya tek renk olarak kendisini dayatan birinin rengi muteber tek renk olduğundan herkes ona özenir. Özenir ama o olamaz ki. O kendiliğinde orijinaldir. Yalnızca o odur. Sen 'o'luğunda taklitçisin. Müstebit ile mürşidi buradan ayırabilirsin. Mürşid irşad ettiğini rengine zorlamaz. Rengince irşad eder. Rengini açar. Rengine boyamaz. Rengi rengine uyanlar ona tutulur. Mürekkebine bular belki biraz ama has renklerini de yoketmez. Bu sayede bostanında gunagun çiçekler yetişir.
Müstebit her farklı rengi gözden düşürür. Hem kendisini odak noktaya koyduğu halde hiçkimsenin tastamam kendisi gibi olmasına da izin vermez. Zira istibdat teklik içindir. Müstebit için idaresindekiler onun iletken memurlarıdır. Emirlerinin yayılmasına yardım ederler sadece. Mürşidin idaresindekilerse, o varlık sahasından çekildiğinde bile, ışık saçmaya devam ederler. Çünkü mürşidin talebeleri kabloları değil elektrik üretmesini öğrettiği santrallerdir. Mürşid pervanesine kendince yanmasını öğretir. Müstebit oduna ateşini taşıttırır.
İstibdat, ona özendirir, ama o olmasına izin vermez. Ne demek bu? Şu demek biraz: O olmasına izin vermeyecek şekilde özenmelere izin verir. İzin vermediği için yalnızca o çözebilir bütün sorunları. Yalnızca o çözebildiğine göre diğerlerinin üzerine düşen ancak bu o'ya kol/bacak olmaktır. Ama bu eşikte yaptıkları katkıyı bile 'ulu öndere' bırakmak zorundadırlar. Çünkü kol/bacak şeklindeki varoluşlar bile 'farklı' varoluşlardır ve istibdat kendisinden farklı varoluşlara katlanamaz. Lider kültünün istibdatla beslenmesi aslında bu tek renkli varoluşun kendisinden farklı varoluşlarla beslenmesidir. Kendi zayıflığını kardeşlerinin yeteneklerini yiyerek bastırmasıdır. Gıybet, ölü kardeşinin etini yemekse, istibdat diri kardeşinin etini yemektir.
"Dünyaca havas tanılan insanlardaki meziyet, sebeb-i tevazu ve mahviyet iken, tahakküm ve tekebbüre sebep olmuştur. Fukara aczi, avamın fakrı, sebeb-i merhamet ve ihsan iken, esarete, mahkûmiyetlerine müncer olmuştur. Bir işte mehâsin ve şeref hasıl oldukça, havassa peşkeş edilir, seyyiat olsa, avama taksim edilir. Mesela, bir tabur galebe çalsa, şan ve şeref kumandana verilir, taksim edilmez. Mağlûp olduğu vakit, seyyie tabura taksim edilir. Meselâ bir aşiret namuskârane bir iş etse, 'Aferin Hasan Ağa" derler. Fenalık ettikleri vakit, 'Tuh! Ne pis aşiretmiş!' diyecekler."
Farklılıkların hayatta kalmasına izin verdiğinizde farklı olan kendi rengiyle varolacağından varolmayı canı ister. Bir kanundur bu: Birşey kendisinin yerine varolacak ikinci birşey yoksa bizzat varolarak o boşluğu doldurmak ister. Aklınıza gelen güzel bir cümleyi düşünün. Daha önce hiçkimse söylememiş. Bu cümle ilk sizin aklınıza geldi. Belki bir daha kimsenin aklına gelmeyecek. Söylenmesi lazım. Hiçliğe gitmemesi lazım. Siz o cümleyi ne yapar eder söylersiniz. Çünkü böylesi bir varoluş eşi bulunmaz bir nimettir. Evet. Cenab-ı Hakkın Ehadiyet boyutunda tecellisine mazhar olmak, orijinal olmak, varolmaktan sonra belki en güzel bağıştır.
Sizden önce söylenmemiş cümleler böyle olduğu gibi ortaya konulmamış eserlerde de bu böyledir. Bediüzzaman'ın 'meyl-i teceddüd' dediği bu şey, bu karşı konulmaz temayül, bizi onca benzerimiz içinde hayatta tutuyor. Ne zaman ki kalabalık içinde rengimizi yitirdiğimizi düşünüyoruz, yani ayrı birşey olarak varolmadığımızı (veya varlığımızın anlam taşımadığını) tasavvur ediyoruz, işte o zaman ya depresyon sarıyor ruhumuzu. Yahut da tembellik. Veyahut da hiçlik. Boşluk. Boşuboşunalık. Ehadiyet kesret içindeki nefesimizdir bizim. Boğulmaktan ancak onunla kurtuluruz benzerlerimiz içerisinde. Buharını ciğerlerimize çekemezsek herhangi biri oluruz. Aman. Sakın. Eyvah. Bundan korkalım. Çünkü insan herşeye dayanır da herhangi birşey olmaya dayanamaz.