"Bediüzzaman küfrün belini kırmıştır!" diyoruz haklı olarak. Maşaallah. Fakat, kullanılsa en az onun kadar haklı olacak, "Küfrün ocağına incir ağacı dikmiştir!" ifadesini istimal etmiyoruz. Halbuki yakın manalara sahipler. Belki deyimin hikâyesini unuttuğumuzdan mütevellittir. Yani, 'ocağına incir ağacı dikmek' ne için kullanılır, unutmuşuzdur. Efendim, hatırlatmak kabilinden olsun, şöyle bir arkaplanı var: Tohumunun küçüklüğüne aldanılmasın. İncir pek kuvvetli bir ağaçtır. Kökleri çok geniş bir alana yayılır. Engellere de 'Eyvallah!' etmez pek. O nedenle incir ağacı dikilen evin/ocağın yakında yıkılacağına hükmedilir. Evet. İşte 'ocağına incir ağacı dikmek' tabiri böyle bir asla dayanmaktadır. (En azından kulağımıza gelişi bu şekilde arkadaşım.)
Öyledir, ben, "Bediüzzaman küfrün ocağına incir ağacı dikmiştir!" demeyi beğeniyorum. Zira mürşidim 'incir' misalini çok istimal ediyor. (Şimdi bir 'arama motoru'ndan baktım. 20'ye yakınını gördüm. Belki fazlası da vardır.) O yüzden "İncir ağacı dikmiştir!" demek söze kinayeli bir zenginlik de katıyor gibime geliyor. Yazarlığın gözü 'gör' olsun. Böyle fırsatları bulursak kaçırmak istemeyiz. Ne yapalım? Bizim de oynayacak kelimelerimiz var yalnız. Onlarla da cilveleşmeyi bırakırsak hayattan nasıl lezzet alacağız? O nedenle "Bediüzzaman küfrün ocağına incir ağacı dikmiştir!" diye duyarsanız şakacılığıma vermeyin. Özünde büyük bir hakikat de var. Çekirdeğinin zerre misali acizliğinden binayı yıkacak gücü yaratmak Allah'ın azametine tam delildir.
O kadar andık madem, arkadaşım, bir tanesini teberrüken paylaşalım: "Nimetler içinde tîn ve zeytinin tahsisinin sebebi, o iki meyvenin çok mübarek ve nâfi olması ve hilkatlerinde de medar-ı dikkat ve nimet çok şeyler bulunmasıdır. Çünkü, hayat-ı içtimaiye ve ticariye ve tenviriye ve gıda-yı insaniye için zeytin en büyük bir esas teşkil ettiği gibi; incirin hilkati, zerre gibi bir çekirdekte koca incir ağacının cihazatını saklayıp derc etmek gibi bir harika mucize-i kudreti gösterdiği gibi, taamında, menfaatinde ve ekser meyvelere muhalif olarak devamında ve daha sair menâfiindeki nimet-i İlâhiyeyi kasemle hatıra getiriyor. Buna mukàbil, insanı iman ve amel-i salihe çıkarmak ve esfel-i sâfilîne düşürmemek için bir ders veriyor."
Bakınız, az kalsın unutuyorduk, hatırladık. Kur'an'da yârendirler incir ve zeytin. Üzerlerine yemin edilir. Yani dikkatler üzerlerine çekilir. Mürşidim yukarıda bu yeminin sırrını bir miktar fâş ediyor. Elhamdülillah. Hem şu da var: 'Ocağına zeytin ağacı dikmek' diye bir tabir yok ama onun da kökleri çok derinlere uzanabilir. (7 metreyi aşabiliyormuş.) Google'da şöyle bir arattığınızda birçok meziyetini öğrenebiliyorsunuz. (Ben biraz karıştırdım mesela.) Mevzu sadece zavallıcıkları kahvaltıda çatalla kovalamak değil yani. (Afiyet olsun. Onu da ihmal etmeyin. Bismillah deyip yeyin. İlla şifalıdır.) Kur'an bunlar üzerine yemin ediyor, ta, insanoğlu aklıyla da kovalasın. İncirin çekirdeğine kadar insin. Zeytinin dallarına kadar çıksın. Hem ondan hem ötekinden alması gereken dersleri alıversin. Ne dedi mürşidim? "İnsanı iman ve amel-i salihe çıkarmak ve esfel-i sâfilîne düşürmemek için bir ders veriyor." Yani incir çekirdeği kadar kıymetli potansiyelini incir çekirdeğini doldurmayacak şeylere sarfetme. Hem incir çekirdeğine bir dakik tefekkürle iade-i itibar et. Çünkü müslümanlık incir çekirdeğine iade-i itibar etmektir.
Buradan şuraya geleceğim: Japon fizikçi Michio Kaku'nun 'İnsanlığın Geleceği' isimli bir eseri var. Orada, Kaku, başka gezegenlere biyolojimizi taşıyabilmemiz için 'ortam hazırlayıcılar' üretmemiz gerektiğine dikkat çekiyor. Nedir bu 'ortam hazırlayıcılar' peki? Robotlar. Yapay zekayla donatılmış, tek amaçları gittikleri gezegeni insanların yaşayacağı bir hale getirmek olan, üstelik kendilerini de çoğaltabilen şeyler olmalı bunlar. Mesela: Bir tanesini Mars'a gönderdiğiniz zaman hemen oraya kurulacak, sonra da kendinden daha fazlasını üretmenin yollarını bularak artacak, bu sırada da ekolojik anlamda gezegeni sizin yaşamanıza hazır hale getirecek. İnsan ömrünün sınırlılığı/hassaslığı düşünülünce, önce kendimiz gitmektense, böyle bir teknolojiyi başka gezegenlere yollamanın daha mantıklı olacağını söylüyor Kaku. Hem de enteresan birşey ekliyor arkasından:
"Kendini çoğaltma konusu hakkında ilk kez çocukken birşeyler öğrendim. Okuduğum bir biyoloji kitabı, virüslerin kendi kopyalarını üretmek için hücrelerimizi gasbettiğini, bakterilerinse bölünerek çoğaldığını açıklıyordu. Bir kolonideki aylar ya da yıllarca denetimsiz bırakılmış bakterilerin sayısı dünyanın boyutuyla yarışır biçimde sarsıcı miktarlara erişebilirdi. Başlangıçta mantıkdışı görünse de sonradan mantıklı gelmeye başladı. Ne de olsa bir virüs 'kendisini yeniden üretebilen kocaman bir molekül'den başka birşey değildir. O moleküllerden bir avuç kadarı burnunuza yerleştiğinde bir hafta içinde soğuk algınlığı yaşamanıza neden olabiliyor. Tek bir molekül hızla kendisinin trilyonlarca kopyasına dönüşerek sizi hapşırtmaya yetecek kadar çoğalabilir. Aslına bakarsanız herbirimiz annemizin içinde, çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük tek bir döllenmiş yumurta olarak yaşamaya başlıyoruz. Ne var ki, kısacık bir dokuz ay içinde, bu ufak hücre insana dönüşüyor. Kısacası: İnsan yaşamı bile hücrelerin üstel şekilde büyümesine bağlı. Yaşamın temelini oluşturan kendini çoğaltmanın gücü budur ve sırrı da DNA molekülünde yatar. Bu mucizevi molekülü diğerlerinin tümünden sahip olduğu iki yetenek ayırır: İlki çok büyük bir miktarda bilgi içerebilmesi, ikincisi de yeniden üreyebilmesidir. Belki makineler de bu özellikleri taklit edebilirler..."
Yani aslında biyolojik yaşamın kendisi 'ocağına incir ağacı dikmek' üzerine kurulu gibi. Fakat, bir şekilde, bu bâdireler atlatılıyor. Hastalar iyileşiyor. Anne karnındaki çocuk da dahil 'sürekli kendini çoğaltan' robotlar konak oldukları canlıyı öldürmüyorlar. Ocaklarını yıkmıyorlar. Eceliniz gelmemişse virüsler dahi bir yerde duruyor. Durduruluyor. Çünkü ona karşı cihad edecek mücahidler de vücudunuzda yaratılmış. Allah bu molekül düzeyindeki robotların dizginlerini bırakmıyor. Yoksa kaos teorisinin hakikatiyle yüzleşebilirdik. Bir kelebeğin kanat çırpışı dahi evrenin sonunu getirecek bir yıkıma sebep olabilirdi. Nitekim, kanser dediğimiz hâdise, böylesi bir 'aşırı çoğalma'nın sonucu değil midir? Peki bir incir nasıl hep incir olarak kalabilir?
Ocağımıza dikilmesinden korktuğumuz incirin bahçemize dikilmesinden pekâlâ rahatsız değiliz. Zira duracağı yerleri kestirebiliyoruz. Bizimle savaşmadığını biliyoruz. Düşman değil dost olduğunun farkındayız. Eğer "Hayat bir mücalededir!" doğruysa(!) incirle bu kadar arkadaş nasıl kalabiliyoruz? O küçücük tohumda gösterilen muazzam güce rağmen. Muazzam bilgi ve muazzam kendisini çoğaltabilme yeteneğine rağmen. Yine de hiçbirimize incir ağaçlarıyla savaşmak bir gereklilik gibi görünmüyor. Aksine, kesilirse tepki gösteriyoruz, çünkü onun canının canımızla ilgili olduğunu seziyoruz. Varlığını seviyoruz.
Belki zaten mevzuun düğümü de burada saklı arkadaşım. Evet. Hatırlarsanız, İslam, bize dünyaya en son teşrif edenler olduğumuzu öğretti. Yani biz daha gelmeden şartlar hazırlanmıştı. Yer bir döşek kılınmıştı. Dağlar kazık çakılmıştı. Her türlü canlı yeryüzüne yayılmıştı. Bunlar Kur'an'ın ayet ayet bize öğrettiği hakikatler. Kainat da bu bilgiyi tastamam doğruluyor zaten.
Dikkat ediniz: Michio Kaku'ya da 'kendisini çoğaltabilen robotlar' fikrini şahit olduğu biyolojik yaşam veriyor. Yani, bilimadamlarının başka gezegenlere kendi hayat türlerini taşıyabilmek için kurguladıkları senaryolar, hayal ettikleri teknolojiler, düşledikleri imkânlar vs. zaten bu dünyada (hem de daha hayal edemedikleri boyutlarıyla) kurgulanmış, yaratılmış, işlettirilmiş. İnsan bu düzenin son parçası olarak hazır bir ortama konmuş. Hava alabileceği gibi. Toprak ekebileceği gibi. Su içebileceği gibi. İşte, Kur'an'da 'kainatın hazırlanışını' anlatan ayetler, aslında bu yönden de bir uyanışa çağırıyorlar bizleri. Bir farkedişin kapısını kafamızda açmaya çabalıyorlar. Fakat hidayet, yalnız bilgiyle değil ki, bedel ödemeye de hazırolmak lazım. İbadet bedelini ödemek istemeyen elbette bahanesini bulacak. Eh, Cenab-ı Hak, nurunu kalbimizden eksik etmesin. İncir çekirdeğini doldurmayacak meseleler için incir çekirdeğini dolduran bilgiyi görmezden getirmesin. Âmin. Âmin.