Türkiye’nin yeni başbakanının bir vakit Bediüzzaman hakkında yapılmış bir sempozyuma sunduğu bildirisi üzerinde bir tahlil yapma zorunluluğu duydum. Çünkü bu metin alışılmış ötesi bir metindir. Panoramik bir yazıdır, bütün hayat ve mücadele ve eserlerinin taranması ile büyük bir vukuf ile yazılmış bir yazıdır.
Bildirinin ilk cümlesi şu, “Bediüzzaman Said Nursi’nin fikri ve içtimai hayatı ve mücadelesi İslam dünyasının bu asır içinde geçirdiği değişik safhaların bir model şahsın hayatına aksetmiş hali gibidir.” İslam dünyasının yüz yıllık tarihi içinde bir model şahıstır Bediüzzaman. Model şahıslar herkes tarafından benimsenen kişilerdir. Fikri, içtimai hayatı, mücadelesi model şahıstan dünyaya yansıyandır. Model şahsın fikri, içtimai hayatı, mücadelesi olması lazım gelendir, hiç firesi ve yanlışı yoktur. Nasıl olması gerekirse öyle olmuştur, nasıl yapılması lazım gelirse onun gibi yapılmalıdır.
Türk devlet adamları tarihi içinde Bediüzzaman için söylenebilecek en etraflı misyon sözüdür bu cümle. Ve bütün metnin odağında durmaktadır. Esas cümledir. Esas cümleler daha sonraki bütün açıklama ve izahların kaynağıdır. Bu uzun yazıyı yazan şahsın bir cümlede bütün teferruatı anlatması büyük bir kariha gerektirir. Şimdi şahsın fikri, içtimai hayatı ve mücadelesinin bir başka yanı da hem Türkiye’nin hem de dünyanın geçirdiği değişik dönemlerin de nazarı itibara alınarak gerçekleşmesidir. Yani yaptıkları hem içinde bulunduğu toplumun hem İslam dünyasının hem de dünyanın olayları içinde en ideal rolü yerine getirmesidir. Mübalağa yok Bediüzzaman hakkında çok şey dinledim ama bu kadar etraflı bir cümleye rastlamadım desem yeridir. Bunu mevzi okumalarla elde etmek mümkün değil. Bediüzzaman’ın bütün haritai manevi ve maddisini panoramik olarak görmeyen bir insan böyle bir şey söyleyemez. Türkiye ve dünya için böyle bir Bediüzzaman algısı ve idraki büyük bir şanstır.
İslam dünyası yüzyıl içinde dört önemli safhadan geçmiştir. Bediüzzaman bu safhaların içinde seyreden, düşünen ve özümseyen bir büyük zeka. Bu kadar karmaşık birbiri ile çelişen olaylar içinde model olmak, model rol oynamak, oynadığınız rolü herkesin benimseyeceği şekilde oynamak akla zarar bir duruş ve roldür. Davutoğlu tarihsel bir perspektif ile bakıyor olaya. Zaten daha lise yıllarından tarihsel perspektiften bakmak gibi bir alışkanlık ve ülfeti var. Bediüzzaman tarihsel perspektifin içindedir ama klasik tarih okumaları ile onun duruşunu anlamak mümkün değil. Bediüzzaman ve tarih ilişkileri çok ayrıntılı tarih bilgisinin yanında tarih felsefesi ile birlikte akademik düşünce şubelerinin hepsini bilmeyi gerektirir.
Bediüzzaman’ın tarihsel perspektifi ilk defa bu kadar net bir şekilde bir başbakan tarafından yapılıyor. Bu hem Bediüzzaman’ın tarihsel perspektifini hem de Ahmet Davutoğlu’nin tarihsel bakış açısını gösteriyor. Davutoğlu, benmerkezci bakmıyor. Biz nur talebeleri çok zaman benmerkezci bakarken sevdiğimizin bağlantılarını dünya içindeki yerini göremiyoruz. Ama Bediüzzaman benmerkezci bir mantıkla yorumlanınca ortaya bir ütopya ve romantizm çıkıyor, bu yazıda böyle şeyler haliyle yok.
Yazının ana hedefi Bediüzzaman ama bunun yanında ikinci, üçüncü daha fazla anlattığı bahisler var. Hilafetin yıkılması, Osmanlının yıkılması, Osmanlı’yı Osmanlı yapan ruh öğretilerinin kaldırılması, yerine ikame edilen kopya sakat ruhlar ve bunların yansımaları… Ne kadar önceden planlanmış bir yıkım hareketinin zaman içinde İslam sahnesine konduğunu gösteriyor. Davutoğlu’nun ifadelerinin arka planında bu kendini hissettiriyor ama metnin bütünlüğünü bozmamak için ilim adamı onlarla ilgili bir şey söylemiyor. İslamı bilmek İslam içinde Bediüzzaman farkını görmek yazının ana temalarından biri. Ülke için büyük bir kazanç. Batı ekolünden, Fransız, İngiliz ve diğer devletlerin kopyası dışişleri bakanları zinciri içinde birden bire Davutoğlu’nun duruşu nasıl olması lazım geldiği konusunda önemli bir duruş. Onun dışişleri bakanlığı döneminde maksatlı eleştirilen icraatları aslında yeni bir bakış açısını kabullenmekte zorlanan batı hakimiyetinin adaptasyon zorluğudur, yoksa Davutoğlu’nun icraatı değil. Yeni bir anahtarla eski bir kapıyı zorlarsanız, durum anahtarın değil kemikleşen ve maraza dönüşen dışişleri politikalarıdır.
Bu yazı özet bir yazı, bükülmüş, dürümlenmiş, summary türünden bir yazı. Başlığı bir kitap. Bu yazı da onun önsözü veya girişi olacak şekilde açılabilir.
Osmanlının yıkılması karşısında anaları ölmüş civcivlerin oraya buraya koşması ve köpeklerin saldırısından korunmaya çalışmaları gibi bir durum söz konusu. Osmanlıyı yıkmaya çabalayanların karşısında Osmanlı olmayı ar gören Gökalp gibi adamlar ve benzerleri ne kadar farkında olmadan yanlış çizgilerde durmuşlar. Müslüman toplumlar bu dağılma sürecinden sonra toparlanmak için kişisel gayretler göstermişler. Davutoğlu bunları anlatır. Daha sonra bu süreçler için Bediüzzaman’ın duruşunu anahtar kilit bağlamında anlatır. Bu tarihsel perspektife hayran olmamak elde değil.
Eski Said kelimesinin başındaki eski kelimesi bir terminoloji yoksa eski kelimesi ile bağlantılı değil. Eski Said dönemi şu an Türkiye’nin ve İslam dünyasının içinde bulunduğu döneme ışık tutuyor. Bediüzzaman’ın siyasi görüşlerini Türkiye’deki siyasi parti kavgaları içinde bir yere koymak sınırlı bir siyaset anlayışıdır. Davutoğlu’nun onun siyasetini ilk dönem eserlerindeki bütün İslam dünyasını o günün çözülmüşlüğü içinde değil geleceğe açılan perspektiften görmesini yorumlar. Bediüzzaman’ın siyaset anlayışı yüzlerce sahife tutacak bir büyük eser olabilir. Divanı Harbi Örfi, Münazarat, Hutbe-i Şamiye, Sünuhat… Davutoğlu bu beş eseri zamana inhisar etmeyen şumüllü bir bakış açısı ile yorumlar. Çok ciddi bir akademik düşünce ve gayretin, seçici ve yorumlayıcı bir zekanın mahsülüdür bu cümleler. Bu eserlerdeki fikirleri medeniyetler arası mukayese, İslam dünyasının problemleri ve çözüm arayışları şeklinde tasnif eder.
Davutoğlu, batı medeniyeti ile bizim medeniyetimizi karşılaştırır. O günün şartlarında batı karşısında çözülmüş olan İslam toplumu, özellikle bizim aydınlarımız büyük bir batı hayranlığı içindedir. Bu hayranlığı kaldırmak için iki medeniyetin insana ve hayata bakış açılarını anlatır. Bediüzzaman dönemin İslam toplumunun ihyası konusundaki fikirlerinden ve fikir adamlarından ayrılır. Davutoğlu bunu büyük bir vukufla ortaya koyar.
Muhterem Beyefendi, "Bediüzzaman sosyolojisi, batı karşısında Bediüzzaman, felsefeyi sorgulayan adam Bediüzzaman, sanat ve Bediüzzaman, estetik ve Bediüzzaman, ilimler ve yorumlar, fen fakültelerinde çıkmazdaki ilim yorumları ve Bediüzzaman, Bediüzzaman’ın düşüncelerinin yasası Tevhid merkezli düşünce ve Bediüzzaman, Türkiye ve dünya siyaseti ve Bediüzzaman, Tarih ve Bediüzzaman, din felsefesi ve Bediüzzaman, eşya nesne ve insan ilişkileri karşısında Bediüzzaman…" Bütün bunların üniversitelerin kürsülerine amirane konması gerekir, yoksa bu ilim adamlarının Bediüzzaman’a gelmesi imkansız. Öğle yemeğinin önüne konduğu gibi bu bahislerin onların önüne konması gerekir, yeni dönemde YÖK’ün de bu şekilde tanzim ve tasnifi gerekir.
Davutoğlu, Osmanlı coğrafyasının tarümar olduğu dönemlerde Bediüzzaman’ın Sünuhat isimli eseri ile hem ümit verici hem de ümit adamı olduğunu tesbit eder. O dönemde Akif de dahil kimsenin ümidinin kalmadığı bir dönemde Bediüzzaman farkını ortaya koyar.
Davutoğlu, Hutbe-i Şamiye’den hasta İslam toplumlarına çareler düşünen Bediüzzaman’ın çarelerini nakleder. Hep teorik ve yukardan düşünen aydınlara ve çözük sosyologların çaresiz çözümlerine karşı Bediüzzaman, insanı çürüten yorumları tedavi etmek ister. Davranış bozukluklarını anlatır. Bu tedavinin en önemli unsurudur; “Birincisi Yes’in ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi, ikincisi sıdkın hayatı-ı içtimai siyasziyede ölmesi, üçüncüsü adavete muhabbet, dürdöncüsü ehl-i imanı birbirine bağlayan nurani rabıtaları bilmemek, beşincisi çeşit çeşit sari hastalıklar gibi intişar eden istibdad, altıncısı menfaat-i şahsiyesine himmetini hasretmek.”
İslam dünyasının yeniden canlanması, güven duygusu içinde ferdin ve toplumun kendini yenilemesi ile mümkündür. Bediüzzaman bütünüyle hasta İslam dünyasında ve Osmanlı’da nerede bir dini, içtimai ve benzeri hastalıklar varsa oraya koşmuş olaylara anında müdahale etmiş ve tedavi çarelerini söylemiştir. Bugün aynı hastalıklar yine mevcuttur. Sayın Davutoğlu’nun bu derinlikli incelemesi bunları beyan eder. Bu metnin mecliste bütün milletvekillerine, üniversiteler kürsülerine dağıtılması lazım. Burada görünen Bediüzzaman portresi çok özel bir çalışmanın mahsulüdür. Yüz yılı aşkın bir süre önce kaleme alınan metnin bir dışişleri bakanı ve daha sonra başbakan olan insanın dilinden biçimlenmesi bizim için önemli bir zaferdir.
Davutoğlu’nun çoğumuzun dile getirmeye entellektüel birikimimizin yetmediği kimlik meselesini dile getirir. Çünkü kimlik meselesi bizde ve batıda son yüzyılların en sorunlu meselesidir. Batının telkini ile birbirinden farklı görülen ve bizi de hasta eden din ve milliyet ayrılık konusunu Davutoğlu irdeler, Bediüzzaman’dan alıntılar yapar: “Biz Müslümanlar indimizde ve yanımızda din ve milliyet bizzat müttehiddir. Bediüzzaman İslam milletleri arasındaki düşmanlık duygularını tedavi etmek için çareler öne sürer.” Gerçekten hocamız meseleyi çok yönlü bir perspektiften tevhid etmiştir.
Bediüzzaman’ın siyasi müesseseleri ihya ve ıslahı konusundaki fikirlerine gelince. Davutoğlu büyük bir siyasi deha ile meseleleri anlatır ve şerheder. Özellikle metne sadık kalarak Bediüzzaman’ın bu konudaki fikirlerini birleştirir. Bediüzzaman’ın yeni bir cemaat anlayışı kurmak için imandan hareket ettiğini beyan eden Davutoğlu tepeden gelen ıslah çarelerine temelden gelen herşeyi zaman içinde kuracak bir model inşa edişi ile Bediüzzaman’ın düşüncesini ortaya koyar.
Son dönemde Bediüzzaman’ın Türk siyasi hayatını tevhid eden siyasi öngörülerini anlatır. Türkiye’yi bu hasarsız günlere getiren onun bu siyasette de tevhid siyasetidir. Davutoğlu’nun bu görüşleri üzerine bir reviev, yeniden gözden geçirme tarzında mülahazalar naklettik. En mantıklısı bu metni okumak ve okutmaktır, özellikle aydın geçinen insanlara…