İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi araştırma görevlisi Muhammed Said Bilâl, İİKV’de verdiği seminerinde, “Risale-i Nur’u sadece Kur’an tefsiri olarak ya da kelâm kitabı olarak anlatmak yetmez. Onu bir de insan hakları ve hürriyetleri veçhesinden okumalıyız” dedi.
Bediüzzaman iman ile insan hakları arasında çok sağlam bir irtibat kurdu
Muhammed Said Bilâl, bu tesbitini, geçtiğimiz Cumartesi İstanbul İlim ve Kültür Vakfının Vefa’daki genel merkezinde, “Son Dönem Osmanlı İnsan Haklarının Fıkhî Temellendirmeleri: Said Nursî Örneği” başlıklı yüksek lisans tezini sunduğu seminerde yaptı ve “İnsan hakları konusunda ya kendi fıkhî kaynaklarımıza dayanarak kendi söylemimizi üreteceğiz, ya da kapitalizm ve liberalizmin dayattığı insan hakları anlayışlarına boyun eğeceğiz” dedi.
Bilâl, İslâm hukukunda insan haklarının “Biz Adem oğullarını mükerrem kıldık” meâlindeki İsra sûresinin 70. âyetine dayandırıldığını açıkladı. Buna göre fakihler insanın canının, malının, aklının, ırzının, ailesinin dokunulmazlığına hükmetmişlerdi.
Bilâl, hak ve hürriyetlerin çok tartışıldığı bir dönemde Bediüzzaman’ın iman ile insan hakları arasında çok sağlam bir irtibat kurduğunu söyledi ve “Bediüzzaman doğrudan doğruya fıkhın kaynaklarından alarak ismet gibi kavramları kullanıyor, fıkhın birikimine atıf yapıyor ve fıkıh ile modern insan hakları arasında bir köprü kuruyor” dedi.
İman kâmil mânâda bulunsa kendini ezdirmezsin, kimseyi de ezmezsin
Münazarat ve Lemaat’tan örnekler vererek Bediüzzaman’ın insan hakları, hürriyet ve eşitlik anlayışını ortaya koyan Muhammed Said Bilâl, “O dönemin tartışmalarını gördükten sonra Bediüzzaman hazretlerinin haklar, özgürlükler ve eşitlik anlamında yakaladığı seviyeye günümüzde bile gelemediğimizi görüyorum” dedi.
Bediüzzaman’ın “Hürriyet imanın hassasıdır” dediğini nakleden Bilâl konuyu “Cenab-ı Hak’tan başkasını rab edinmeyince insan haklarının künhüne vâkıf oluyoruz zaten. Yani sende iman kâmil mânâda bulunsa kendini ezdirmezsin, kimseyi de ezmezsin” sözleriyle açıkladı.
Bilâl, 20. Mektupta yer alan “Kudret-i İlâhiyeye nisbeten en büyük şey, en küçük şey kadar kolaydır. Bir nev’in umum efradıyla icadı, bir fert kadar külfetsiz ve rahattır” cümlesine atıfta bulunarak “Cenab-ı Allah kudretinde, hikmetinde, iradesinde, adaletinde karınca, geda ve sultan arasında fark görmediği gibi, ismet noktasından da kimseyi ayrı tutmaz. Kimsenin hakkı umum için dahi feda edilmez” dedi.
Bu açıklamayı şu zamanın İslâm âlimlerinde bile göremedim
Konuşmasında Bediüzzaman’ın özgürlük anlayışına da yer veren Bilâl, Üstadın “Nazenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır” sözüne dikkat çekti ve bu bakış açısının, sınırsız özgürlükler öngören liberalizmden tamamen ayrıştığını söyledi.
Diğer yandan, liberalizm insanın bedeni üzerinde mutlak tasarruf hakkı olduğunu savunurken, Bediüzzaman “Hürriyetin şe’ni odur ki, ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın” diyerek Allah’ın emanet olarak insanın kendi bedeni üzerindeki tasarrufunu sınırlandırıyordu.
Bediüzzaman, hukuk karşısında müslim ile gayr-ı müslimin eşit olduğuna dikkat çekiyordu. Aralarındaki fark hukukta değil hürmet konusunda idi; hürmet ise İslâmı hakikî mânâda yaşayarak kazanılabilirdi. Muhammed Said Bilâl, Bediüzzaman’ın bu konudaki görüşlerini özetledikten sonra, “Bu açıklamayı şu zamanın İslâm âlimlerinde bile göremedim” dedi.
AİHM'nin İslam şeriatı görüşünü Risale-i Nur düzeltir
İslâm toplumu, fıkhın gelişmesiyle beraber daha Hicrî 3. asırda iken insan haklarının adını koymuştu. Uluslararası camia ise bu konuyu ancak 1940’ların sonunda ciddîye almaya başladı. Muhammed Said Bilâl, günümüzde insan hakları anlayışının devletlerin meşruiyet aracı haline gelmiş bulunduğunu sözlerine ekledi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin şeriatı “insan haklarının antitezi” olarak gördüğünü hatırlatan Bilâl, bugün İslâmî camiada insan haklarının kaynakları hakkında var olan çalışmaların Risale-i Nur’u dikkate almadıkları için çok eksik kaldığını bildirerek şöyle dedi:
“Risale-i Nur’un bu konudaki görüşlerini duyurmak da Nur talebeleri olarak bize düşüyor. Risale-i Nur’u sadece Kur’an tefsiri olarak ya da kelâm kitabı olarak anlatmak yetmez. Aslında Risale-i Nur’un bu zaman insanlarının modern sorularının hepsine bir cevabı var. Risale-i Nur’u bir de insan hakları ve hürriyetleri veçhesinden okuyarak bu çalışmalara katkıda bulunmak lâzım.”
Kimdir?
Muhammed Said Bilâl, 2009 Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. 2010’da İngiltere’ye gitti. Brunel Üniversitesinde uluslararası insan hakları alanında ilk yüksek lisansını yaptı. 2014’e kadar kaldığı İngiltere’de Müslüman Türk toplumunun aidiyet bilincini arttırmaya yönelik sivil toplum faaliyetlerinde bulundu. 2015’de İbni Haldun Üniversitesinde, İslâmda insan hakları ve Osmanlı son dönem anayasal gelişmeleri üzerine ikinci yüksek lisansını yaptı. Bu dönemde araştırma bursu ile Fas ve Ürdün’de çalışmalarda bulundu. Halen İstanbul Üniversitesinde kamu hukuku alanında doktorasına devam etmekte olan Bilâl, İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesinde anayasa hukuku alanında araştırma görevlisi olarak görev yapıyor. Evli ve bir çocuk babası.
Kaynak: Şeyma Gür-Barla Platformu