Davranış Bilimleri Enstitüsü (DBE) 17 Ağustos 1999'da merkez üssü Kocaeli'nin Gölcük ilçesi olan Marmara depreminin 20. yılı dolayısıyla "20 Yıl Sonra: 1999 Marmara Depremi Araştırması, Travmanın Rolü, Ailenin Gücü, Psikolojik/Psikiyatrik Sorunlar" araştırması yaptı.
Depremin en ağır hasarı bıraktığı İzmit, Yalova ve Adapazarı gibi bölgelerde 400'ün üzerinde depremzedenin katılımıyla gerçekleştirilen araştırmada, 20 yıl sonra hala deprem travmasının etkilerinin görüldüğü, "travma sonrası stres bozukluğu (TSSB)" tanısı alan ve semptomlarını yaşayan insanların olduğu belirtildi.
Deprem travmasının kalıcı olmasına yol açan travmatik sürecin ağır yaşanmasına ve aile içindeki travmatik süreçlerin yoğunluğuna dikkati çekilen araştırmada, ailenin normal akışı içinde geçerli olduğu bilinen bir sürecin, afetler ve felaket durumlarında da geçerli olup olmadığını görmek amaçlandı.
Araştırmanın regresyon analizi, "yakınların kaybı", "maddi sıkıntı", "deprem öncesi ruh sağlığı bozukluğu", "deprem sonrası ve mevcut sağlık sorunları" ve "depremle ilgisiz bir travmatik süreç yaşamak" gibi sorunların, araştırmaya katılan depremzedelerin TSSB semptomlarını, travmayla baş etme kapasitesini ve mevcut deprem korkularını bir ölçüde etkilediğini ortaya koydu.
Ayrıca araştırmada, TSSB, travmayla baş etme kapasitesi ve deprem korkularını belirleyen ana faktörlerde, ailede yaşanan olumsuz olaylar ile travmatik süreçlerin dozunun ve sürekliliğinin etkili olduğu görüldü.
DBE'nin araştırmadan elde ettiği sonuçlar ise şöyle:
"Deprem sonrası psikolojik yardım alanların yapılan ölçümde TSSB semptomlarının az da olsa daha yüksek olduğu görüldü. Bu sonuç deprem zamanında, yani 20 yıl önce, müdahalelerin kimler tarafından ve nasıl yapıldığına bakarak değerlendirilmelidir. Müdahale edenlerin büyük kısmı bir ya da iki gün eğitim alan öğrencilerden oluşuyordu. Ayrıca meslek dışından çok sayıda insan da sorunlara müdahale etti. Dolayısıyla depremin etkilediği milyonlarca insanı düşününce bu sonuç yadırganamaz.
Öte yandan, yakınların vefat etmesinin kişilerin travmasının kalıcılığında az da olsa etkisinin olduğu gözlendi. Ancak ikinci ve üçüncü derece yakınları ölenlerde, birinci derecedeki akrabalarını kaybedenlerden daha fazla TSSB semptomu saptandı. Araştırmadaki en önemli sonuç, travmanın kalıcılığını önleyen ya da sağlayan faktörün aile olduğunun anlaşılması oldu. Buna göre, yeni yaşama uyumda yeğenler, kuzenler, dayılar, halalar ve uzak akrabaların önemli derecede katkı sağladığı görüldü."
"Aradan 20 yıl geçmesine rağmen insanlar ışıklarını kapatıp yatamıyor"
DBE Başkanı ve Ruh Sağlığı Platformu Sözcüsü Klinik Psikolog Emre Konuk, AA muhabirine yaptığı açıklamada, depremden etkilenen bölgelerde verdikleri sempozyumlar ve eğitimler sırasında, depremin üzerinden yıllar geçmesine rağmen insanlar üzerinde etkisi olup olmadığını araştırdıklarını söyledi.
Bu kapsamda, bir grup insanın depremin etkilerini hala yaşadıklarını gözlemlediklerini anlatan Konuk, "Aradan 20 yıl geçmesine rağmen insanlar ışıklarını kapatıp yatamıyor, uyuyamıyor ya da gece 03.00'ten sonra uyumaya gidiyor, depremden konuşunca ağlamaya başlıyordu. Depremin etkilediği bölgelerde yaşayan, tetiklenen ve TSSB semptomlarının işaretlerini veren bir grup insan hala var. Bir grup insan ise asla tetiklenmiyor, TSSB semptomları yok." diye konuştu.
Konuk, depremin üzerinden yıllar geçmesine rağmen bazı vatandaşlarda bu etkilerin hala görülmesinin nedenini öğrenmek amacıyla "20 Yıl Sonra: 1999 Marmara Depremi Araştırması"nı yapmaya karar verdiklerine işaret ederek, şöyle konuştu:
"Buradaki teorimiz, 'Aile içinde yaşanan travmatik süreçlerin dozu eğer yüksekse kalıcı olan onun etkisidir. O nedenle, depremin etkisi kalıcı hale gelir. Eğer, aile içinde yaşanan travmatik süreçler düşükse o zaman da kalıcılık yoktur.' şeklindeydi çünkü travmada önemli kriter, kalıcı olup olmamasıdır. Araştırma, bu sorunun yöneltilmesiyle yapıldı. Aile içindeki travmatik süreçler kalıcı hale gelebiliyor hatta 20 yıl kalabiliyor ve TSSB semptomları sürebiliyor."
Aile içindeki travmatik süreçler depremin bıraktığı etkiyi arttırıyor
Emre Konuk, araştırmada, depremin etkilediği yaralanma, uzun süre göçük altında kalma, enkaz altında kalan kişinin aile bireylerinin yanında vefatı gibi birçok konuyu göz önüne aldıklarını ifade etti.
Aile içindeki travmatik durumların, aile içi duygusal, fiziksel ve cinsel istismar ile duygusal ve fiziksel ihmal, anne ya da baba tarafından şiddet uygulanması, madde kullanımı, zihinsel hastalık, ebeveyn ayrılığı ya da boşanmayla gözetimde bulunan aile üyesinin bulunması şeklinde sıralanabileceğini anlatan Konuk, şöyle devam etti:
"Araştırma sonucunda, depremin bıraktığı etkinin kalıcı hale gelmesinde bireyin aile içinde yaşadığı travmatik süreçlerin yoğunluğunun etkili olduğunu saptadık. Bu travmaların düzeyi düşükse deprem kalıcı etki yaratmıyor. Ayrıca, birinci derece yakınları ölenlerin deprem travmasının daha düşük, ikinci ve üçüncü derecede yakınları ölenlerde ise travmanın daha kalıcı olduğunu gördük. Bu enteresan bir bulguydu. Birinci derecede yakınımız öldüğü zaman yas dönemi yaşarız ancak bir süre sonra hayata uyum sağlarız. İkinci derecedeki yakınlarımız eğer çevremizdeyse onlar aracılığıyla yaşama uyum sağlarız. Bizi yemeğe çağırırlar, dışarıya davet ederler yani hayata uyum sağlayıcı rolleri vardır. İkinci ve üçüncü derecede yakını ölen vatandaşlar, hayata uyum sağlamalarına yardımcı kişiler etraflarında olmadığı için travmayı daha çok yaşıyor. Yakınları öldüğünde insanlar üzülüyor ancak onları hayata bağlayacak aile bağları mevcutsa uyum daha kolay oluyor."
26 Eylül'de merkez üssü Marmara Denizi, Silivri açıkları olan 5,8 büyüklüğündeki depremde yaşanan endişenin 17 Ağustos depremiyle bağlantılı olduğuna dikkati çekerek, "Çünkü bunu yaşayan insanların önemli bir kısmı, 99 depremini de yaşadılar. Onun için tetikleniyorlar. Bir önceki depremi yaşadıkları için o tetiklenmeyle en ufak bir durumda hassasiyetleri çok fazla." şeklinde konuştu.
"Ruh sağlığı uzmanı yetiştirilmesi büyük katkı sağlar"
Ruh Sağlığı Platformu Sözcüsü Klinik Psikolog Emre Konuk, deprem travmalarının aşılması için yapılması gerekenlere ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:
"Amerika'da ve Avrupa'da 'travmaya duyarlı okullar' şeklinde hızla gelişen bir eğilim var. Psikolojik sorun yaşayan bir çocuğun terapisi sürdürülürken kendisi, ebeveynleri ve öğretmenleriyle temas kuruluyor. Travmaya duyarlı okulun bütün çalışanları, öğrenciler ve velileri travma perspektifinden yaklaşım geliştiriyorlar. Önemli olan, travmatik süreçte taşınan yükleri hafifletmek ya da ortadan kaldırmak ve ilişkileri düzenlemekle ilgili. Çok da iyi sonuç alınıyor. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bu açıdan katkı sağlayabilir. Çünkü bütün çocuklar, aileler ve öğretmenler MEB çatısı altında bir okulda toplanabiliyor ve program uygulanabiliyor. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ise ailelere odaklanan müdahale programları oluşturabilir. Sağlık Bakanlığı da bunun tıbba yansıyan kısımlarını ele alabilir ve en önemlisi üniversitelerde ruh sağlığı uzmanlarının eğitiminin önü açılır. Bizim ruh sağlığı uzman açığımız aşağı yukarı 300 bin. Uzman yetişmesi, ailelerin bilinçlendirilmesinde ve onlara müdahalede büyük katkı sağlar."
AA