Kâinat, nizam ve hikmet beldesi... Onda ne gayesiz tek bir element, ne de hikmetsiz, vazifesiz bir tek bileşik var. Birbirine yardım ederek bir beden teşkil eden organlardan, güneş sistemine ve yıldız kümelerine kadar bütün kâinat bize şu hakikati ders veriyor; âlemde gereksiz, hikmetsiz hiçbir birliktelik mevcut değil...
Bu yardımlaşma silsilesinin en kıymetli halkası: Aile... Elbette onun da çok kıymetli bir gayesi olmalı. Nedir bu gaye? Bu sorunun cevabı, “tarafların şehvet tatminleri” olamaz. Zira, böyle bir cevap ile akla hemen şöyle bir soru gelir:
Aile hayatı bu gayeyi dar bir kalıba sıkıştırmış olmuyor mu? Bu noktada hayvanlar âlemi insanlardan çok daha ileri değil mi?
Sorumuza bir başka cevap arıyor ve şöyle diyoruz: Kadın ve erkeğin ayrı ayrı kabiliyetleri, başka başka hususiyetleri, aile çatısı altında ortak olarak değerlendiriliyor ve taraflar her hususta birbirini tamamlıyorlar... Bu cevapta bir hakikat payı olmakla birlikte, mesele sadece dünya hayatının rahat ve huzuru açısından değerlendirildiğinde, bu cevap da ruhu tatmin etmiyor. Karşımızda, dününden kedersiz, yarınından endişesiz ve her türlü ihtiyacını rahatlıkla gören bunca hayvan varken böyle bir cevapla nasıl tatmin olabiliriz?
Bu düşünce bizi sorunun gerçek cevabına götürüyor: Bu dünya hikmet dünyası ve sebepler âlemi... Ne gökten elma yağıyor, ne yerden insan bitiyor. Meyve için ağaca, çocuk için izdivaca ihtiyaç var. Bu bir ilâhî kanun. Taraflar bu kanuna riayet ettikleri takdirde, nasiplerinde de varsa, kendilerine çocuk ikram ediliyor. Dünyaya imtihan için gönderilen ve yol iz tanımayan bu küçücük misafirin emrine Cenâb-ı Hak, onun ebeveynini veriyor; onları buna hizmet ettiriyor. Bu hizmetçiler için bu küçük misafir, bir yönüyle lütuf, bir başka yönüyle azap vesilesi. Zaten, bebeklerle hayvan yavrularının ve dolayısıyla da evlenmeyle çiftleşmenin en büyük farkı da bu noktada karşımıza çıkıyor.
Evet, çocuk, ebeveyni için bir lütuftur. Çünkü, onlar Allah’ın bu narin, nazlı ve cennet namzedi bahtiyar mahlûkuna yaptıkları hizmetler için sevap kazanıyorlar. Ona yedirip içirdikleri, onlar için bir sadaka oluyor. Hayatında bir tek muhtacın dahi yüzünü güldürmemiş en cimri bir insan bile, çocuklarına yaptığı masraflar dolayısıyla sadaka sevabına nail oluyor. Yine lütuf, çünkü, o çocuğa nereden gelip nereye gittiğini, bu dünya hayatında vazifesinin ne olduğunu güzelce anlattıkları takdirde, ilâhî emirleri tebliğ ve insanları irşat şerefinden, o ulvî peygamberlik görevinden, küçük bir dairede de olsa hissedar olmuş oluyorlar. Ayrıca o çocuğun bir ömür boyu işleyeceği bütün güzel amellerinden de hisse alıyorlar...
“Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun. Onun yakıtı insanlar ve taşlardır.” (Tahrim, 66/6)
“Hepiniz çobansınız, hepiniz idare ettiğiniz kimselerin hukukundan sorumlusunuz.”(Buhari, Cuma,11; Müslim, İmaret, 20)
Çocuk diğer yönüyle bir azap vesilesi... Zira, ebeveyni o ilâhî emanete, o cennet yolcusuna Rabbini güzelce tanıtmadıkları, terbiyesine layıkıyla dikkat etmedikleri takdirde, onun işleyeceği günahlardan sorumlu tutuluyorlar.
“Doğrusu, mallarınız ve evlâtlarınız bir fitnedir.” (Tegabün, 64/15)
“Anne-babanın çocukları üzerindeki hakkı nedir?” diye soran bir adama, Resul-ü Ekrem (asm.) şöyle buyurdu:
“Onlar senin ya cennetin, ya da cehennemindir.(Onlara iyilik yaparsan cennete, kötülük yaparsan cehenneme gidersin.)”(Terğib ve Terhib, 5/114, No: 10)
Kısacası, “aile” ve dolayısıyla “evlenme” denilince, akla ilk olarak "çocuk ve onun terbiyesi" gelmelidir.