Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi (AYBÜ) Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Birol Akgün, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra oluşan liberal Batı eksenli uluslararası sistemin bozulma dönemine girildiğine işaret ederek, "Güç merkezli bir sistemden yeniden farklı kültür ve medeniyetlerin kendi değerlerini dünyaya anlatabileceği bir döneme giriyoruz." dedi.
İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) ile AYBÜ iş birliğiyle düzenlenen "Kuzey Afrika, Türkiye ve İran'da Süreklilik ve Değişim" Sempozyumunun "Bölgesel Dinamikler ve Küresel Bağlam" başlıklı açılış oturumu Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesinin Milli Mücadele Yerleşkesi'nde düzenlendi.
Prof. Dr. Akgün, sempozyumdaki konuşmasında, yaşanan küresel değişikliklerin İslam dünyası üzerindeki etkilerine değinerek, "Aynayı kendimize çevirmek ve geleceği görmek, geleceğin ortak tasavvurunu oluştururken zaaflarımız neler, güçlü yönlerimiz neler, İslam dünyası olarak hangi sorunları, nasıl aşmamız gerekiyor, bunlar hakkında konuşmak gerekiyor." ifadesini kullandı.
Batı medeniyeti güç kaybederken diğer medeniyetlerin güç kazandığını belirten Akgün, "İslam medeniyeti de bu küresel medeniyetlerin bir parçası olarak son 100 ila 150 yıldır çekildiği denkleme yeniden dahil olması konjonktürel olarak önümüze birtakım imkan ve fırsatlar sunuyor." ifadesini kullandı.
Dünyada Müslüman nüfusunun 1,6 ila 1,8 milyar arasında olduğunu anımsatan Akgün, çoğunluğu genç olan bu nüfusun eğitim seviyesinin düşük olduğunu söyledi.
Akgün, İslam dünyasının coğrafi, ekonomik ve demografik anlamda oldukça önemli konuma sahip olduğunu belirterek, İslam'ın bir medeniyet dini olduğunu vurguladı. "İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra oluşan liberal Batı eksenli uluslararası sistemin bozulma dönemindeyiz." diyen Akgün, sistemin krize girdiğini ve uluslararası güçler arasında da bu konuda uzlaşı olmadığını dile getirdi.
Batı medeniyetinin maddi güce dayalı, diğer medeniyetleri yok sayan ve onları tamamen ortadan kaldırmaya odaklı sisteminin değişmeye başladığına dikkati çeken Akgün, "Güç merkezli bir sistemden yeniden farklı kültür ve medeniyetlerin kendi değerlerini dünyaya anlatabileceği bir döneme giriyoruz." değerlendirmesinde bulundu.
Arap Baharı'nda Tunus örneği
El Cezire Araştırma Merkezi Başkanı Dr. İzzettin Abdülmevla, Arap Baharının Tunus'ta başlayarak diğer ülkelere yayıldığını hatırlatarak, değişimin sonuçlarının ülkeden ülkeye farklılık gösterdiğini belirtti.
Abdülmevla, demokratik değişimde ekonominin iyileştirilmesi, altyapıların geliştirilmesi, iletişim ve diyaloğun sağlanması ile kültürel olarak birbirini tanımanın belirleyici rol oynadığına dikkati çekti.
Tunus'un, diğer Arap ülkeleriyle karşılaştırıldığında, siyasi değişim ve demokrasiye geçişin sürekliliği konusunda iki önemli unsurun bulunduğunu söyleyen Abdülmevla, bunlardan ilkinin Osmanlı dönemine dayanan köklü bir anayasa mirası olduğunu belirtti.
İkinci unsurunsa Tunus'ta toplum içinde öncülük yapan entelektüel bir grubun bulunması olduğunu dile getiren Abdülmevla, bunlar sayesinde Tunus'ta değişim sürecinin süreklilik arz ettiğini ifade etti.
Tunus'ta yeni anayasanın yazılmasının da süreklilik açısından çok önemli adımlardan biri olduğunun altını çizen Abdülmevla, eskiyle yeni arasındaki diyaloğun da sürekliliğin sağlanmasına katkıda bulunduğunu anlattı.
"Türkiye pek çok yerdeki değişim sürecini desteklemeye devam ediyor"
Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Akademisi Direktörü Doç. Dr. Mesut Özcan, Arap Baharı öncesinde bölgede siyasi değişimin olmadığı, uzun yıllar aynı yöneticilerin veya partilerin başta kaldığı ciddi bir sürekliliğin söz konusu olduğunu anlattı.
Arap Baharı sonrası süreçte ise çok hızlı bir değişimin yaşandığına dikkati çeken Özcan, bunun siyasi, iktisadi ve sosyal taleplerden kaynaklandığını hatırlattı. Özcan, bugün bu taleplerin önemli bir bölümünün hala karşılanamadığına dikkati çekti.
Bölgede geçiş sürecinin genel olarak devam ettiğini dile getiren Özcan, konuşmasında şu ifadelere yer verdi:
"Bugün Suriye'deki, Libya'daki, Yemen veya başka yerlerdeki sorunlarla ilgili değerlendirmelerimizde, bölgesel rekabet ve bakış açılarının yanı sıra küresel rekabetin de ciddi şekilde bu sorunların uzamasında ve hatta çözümsüz hale gelmesinde etkili olduğunu söylememiz mümkün. Tabii ki burada suçu başkasına atmamak gerekiyor. Öncelikli olarak, bölgesel aktörlerin, insanların, siyasi figürlerin burada rolü olduğunu unutmaksızın, yabancı aktörlerin buradaki dahlinin de etkisinin ihmal edilmemesi gerekiyor."
Türkiye'nin tutumunu "değişim ve dönüşüm süreklilik içinde daha kontrollü yapılması gerektiği" şeklinde tanımlayan Özcan, şöyle devam etti:
"Ama bir şekilde çok ciddi toplumsal dönüşüm olduğunda ve devrimsel bir dönüşüm talebi ortaya çıktığında, Türkiye'nin tutumu bu değişim taleplerinin desteklenmesi gerektiği noktasında oldu ve sonrasında da gerek siyasi araçlarla yani siyasi diyalog mekanizmalarıyla gerek iktisadi olarak elinden geldiği ölçüde kredi olarak bu ülkelerdeki ekonomik değişim ve dönüşümü desteklemeye çalıştı.
Günümüzde henüz bu geçiş sürecinin içindeyiz ve Tunus haricinde ne yazık ki pek çok yerde çok da başarılı bir dönüşümün ortaya çıktığını söylememiz mümkün değil. Pek çok yerde ne yazık ki daha fazla sorunla karşı karşıya kaldık ve çoğu zaman insanların artık değişimi değil istikrarı, sürekliliği önceledikleri yeni bir atmosfer ortaya çıktı. Bu tür bir sonucun ortaya çıkmasında bu değişim ve dönüşümün çok hızlı olmasının, tek bir ülkeyle sınırlı kalmayıp bütün bir bölgeye yayılmasının ve bu yayılma sırasında bu değişim ve dönüşümü yönlendirecek gerek siyasi gerekse iktisadi noktada desteğin olmamasının etkili olduğunu düşünüyorum."
Bölge ülkelerinin takip edebileceği bir siyasal düzlem, bölge ve küresel aktörlerin bir yönlendirmesi ve desteği olsaydı değişimin belki de daha kolay olabileceğini vurgulayan Özcan, ayrıca dönüşüm sırasında ortaya çıkan işsizlik gibi ekonomik sorunların aşılmasında da bir destek sağlanmadığına dikkati çekti. Özcan, "Bunun sonucunda da çok hızlı bir şekilde kaos ve kargaşanın hakim olduğu sonuçlar bazı ülkelerde ortaya çıktı." diye konuştu.
Uzun siyasi sürekliliğin ardından gelecek değişimin uzun zaman gerektirdiğinin altını çizen Özcan, şunları kaydetti:
"Türkiye bu süreçleri siyasi, iktisadi ve toplumsal olarak desteklemeye çalıştı. Ama belirli yerlerde bu iş iç çatışmaya döndüğü zaman da bunların ortaya çıkardığı güvenlik sorunlarını aşmak adına bir dizi önlemler aldı. Özellikle buralardan ortaya çıkan göç ve diğer ekonomik sorunların aşılması için uluslararası toplumla beraber çaba harcadı. Bugün yine bölgemizde ortaya çıkan, Kuzey Afrika için konuşacak olursak Libya, Tunus ve pek çok yerdeki değişim sürecini desteklemeye devam ediyor. Uluslararası örgütlerdeki bu türden çalışmaları desteklemeye devam ediyor. İktisadi olarak buradaki ülkelerle olan ilişkisini sürdürüyor. Gerektiği ölçüde de krediler ve Kızılay üzerinden insani yardımlarla buradaki geçiş sürecini ortadan kaldırmaya çalışıyor. Ama ne yazık ki şu an daha fazla güvenlik sorunlarını ve devlet çöküşlerini konuşuyoruz. Bu sürecin bir müddet daha devam edeceğini ve sonucun ortaya çıkması için de bölgesel ve küresel aktörler arasında uzlaşının ortaya çıkması gerektiğini bir kez daha bilmemiz gerekiyor."
AA