Kürt Meselesinin çözümü yolunda atılan adımlar, son günlerde olup bitenler ümit verici...
Türkiye’nin ayaklarına Batılı hasımlarınca vurulmuş bu asırlık pranganın bekçiliğini yapan dahilî zihniyetin hâkimiyetinin sarsılmış olması da bugünlere varmamıza zemin hazırladı... Kürtçülük tepkisini doğuracağı hesapları üzerine kurulmuş bu habîs tuzak, neredeyse bir asrımıza mal oldu, daha fazlasını hebâ ettirmemeliyiz. Bir intibâh şafağında olduğumuz, muhakkak. İnşaallah huzur ve saâdet dolu bir günü de birlikte görürüz.
Lâfı, evirip çevirmeyeceğim: Kürt Meselesi’nin çözümü, zaruretin büyüğüydü; çözülmeli... Lâkin nasıl çözüleceği de çok hayatî bir meseledir. Bugün görünüşte Ankara’yı bir yerde çözüme mecbur bırakmış olan gücün PKK olması, bundan sonrası için de büyük tehlike arzediyor.
İki sebeple:
Birincisi: Silâhla netice almaya alışmış, hâkimiyetini güçten almış bir kitlenin, büyülü bir eşikten geçmiş gibi, bir ânda demokratik bir tavır ortaya koyması beklenemez. Aksine yarım asrın alışkanlığı ile yaşamak ve hükmetmek isteyecektir... Hâkimiyetinin kabulüne selâm durmasını bekleyeceği ilk kitle ise, kendince uğrunda mücadele verdiği kitle olacaktır: Kürtler...
Doğru, hürriyetçi ve şâhâne demokratik bir nizâm inşâ edilmeyip, bir yerde bölgenin idâresi –mahallî bile olsa- PKK’ya bırakılacak olsa, kısa sürede bölgede bir istibdad zemini gelişir ve olan yine zavallı Kürtlere olur...
Tehlikenin ikinci sebebi ise: PKK’nın Marxist yapısı... Değişen dünya şartları paralelinde her ne kadar PKK’nın düşünce yapısında da değişmeler olmuşsa da, bu damarın hâlâ çok kuvvetli bir şekilde yaşadığı sır değil... Öcalan’ın Nevruz açıklamalarına akseden dinî ıstılâh ve atıfların samimî bir düşünce beyânından çok, politik bir ihtiyacın neticesi olduğunu söylemek, fütursuzca su-i zan hanesine yazılamaz...
Halbuki asırlık bir zulüm ve terör cehenneminden geçtiği hâlde Kürtlerdeki birlikte yaşama azmini ayakta tutan, bölgenin çok canlı ve hayatdâr dinî dokusudur... Bu dokuya zarar verecek her gelişmenin ağır bedelleri olur... PKK’nın Marxist kalarak bu doku ile birlikte yaşaması da imkânsızdır...
Binaenaleyh dar mânâsıyla PKK’nın ihtiyaçlarına yönelmiş bir çözümden ziyâde Kürt Halkının gerçek ihtiyaçlarına yönelmiş bir çözüm ihtiyacı ile karşı karşıyayız. PKK’ya mecbur kalmadan bu çözümü gerçekleştirmesi için Ankara’ya az dil dökmedim, son otuz yılda yazdıklarım ortada. Ama Ankara re’sen Kürt halkının meselelerini çözmeye yanaşmadı, gönüllüsü olmadı...
Hiç değilse meselenin bu merhalesinde Misak-ı Milli’nin yegâne ve büyük müştereği olan İslâmiyet göz ardı edilmemeli. Kürtler ile Türkleri bir arada yaşatacak bu büyük müştereğin bin yıllık sarsılmaz bir geçmişi var. Yani medâr-ı bahsettiğimiz hayâlat değil, müdellel bir hakikat...
Bu nokta-i nazar, önce Misak-ı Milli hudutlarında birliğimizi temin edecek, sonra da İslâm ülkeleri ile kuvvetli ittihadımızı netice verecektir...
Âkıl adamlar heyetine dâhil edileceklerin arasında bu kuvvetli ihtiyacı göğüsleyebilecek kâfi miktarda insana ihtiyaç olduğu açık değil mi?.. Bu ihtiyacın doğru karşılanması geleceğimizin de kuvvetli teminatlarından olacaktır, vesselam...
Bugün