Allah'a iman, Müslüman olmanın ilk şartıdır. Allah'a tam ve kamil bir şekilde iman etmek, O'nu tanımakla, O'nu sıfatları ile bilmekle, Kur'an-ı Kerim'de kendisini tanıttığı şekilde O'na inanmakla mümkündür. Allah'ı tanıyıp O'na iyi bir kul olmak için O'nun bize gönderdiği mesajları, istekleri ve Zatıyla ilgili bilgilerin yer aldığı Kur'an-ı Kerim'i okumamız, öğrenmemiz ve onu çok önemsememiz gerekir. Allah'ı tanıyıp sevebilmemiz ve mutlu olabilmemiz O'nun bildirdiklerini önemseyerek öğrenmemize bağlıdır. Kur'an-ı Kerim'de Yüce Rabbimiz hepimizin ezbere bildiği bir sûrede kendisini bize şöyle anlatıyor: "
(Ey Resulüm) İnsanlara de ki: O, Allah'tır, gerçek ilahtır ve tektir. Allah Samed'dir (Hiçbir şeye muhtaç değildir. Her şey O'na muhtaçtır). O doğurmamış ve doğrulmamıştır, yaratılmamıştır. O'nun dengi, benzeri, eşi ve ortağı yoktur." (İhlas sûresi, 1-4) İnsan, kendisini Allah'ın varlığını inkar etmeye şartlandırmazsa kendi varlığına inandığından daha fazla, Allah'ın varlığını aklı ile kavrayabilir. Üstelik bunu başarmak insan için hiç zor değil, aksine çok kolaydır. Dini eserlerimizde Allah'ın varlığı ve sıfatları, en güzel şekilde anlatılmıştır. Bu bilgiler, karanlık yerlerde yol alırken elimizdeki fener gibidir. Önemli olan feneri bulup onu doğru kullanmaktır.
TESADÜF MÜ DEDİNİZ
Kesinlikle biliyoruz ki, var olan her şeyin bir sanatkârı, ustası vardır. Bir kurşun kalemin, bir tebeşirin veya küçücük bir iğnenin dahi bir ustası vardır. Hiç kimse, böyle basit şeylerin bile ustasız, sanatkârsız, işçisiz, tesadüfen kendi kendine meydana geldiğini, gelebileceğini söyleyemez. Peki, insanların ve hayvanların bedenleri, organları, çiçekler, ağaçlar; kalemden, iğneden daha mı basit?
Bir kaşığın ustası, sanatkârı olur da gözümüzün, kulağımızın, kafamızın sanatkârı, sahibi, ustası olmaz mı? Elbette olur. Birer sanat harikası olan organlarımız, biz görmesek bile onları yaratan ilmi ve kudreti sonsuz bir Zat'ın varlığına işaret etmektedir. Hepimiz biliyoruz ki bir ilaç, farklı farklı kimyasal maddelerin çok hassas ölçüler içinde bir araya getirilmesiyle meydana gelir.
"Bu kimyasal maddeler bir rastlantı sonucu, tesadüf eseri birleşerek bir kimyasal bileşik meydana getirdi ve bu faydalı ilaç ortaya çıktı" diyebilir miyiz? Kesinlikle diyemeyiz. İlaçların her birini; yıllarca emek vererek aklını kullanarak çok ince ve hassas hesaplarla değişik kimyasal maddelerden bir araya getirip yapan bir kimyager vardır. Bu ilaçlar bir kimyageri gösterir.
Bunun gibi insanların ve diğer canlıların bir ilaçtan çok daha karmaşık ve uyumlu olan vücutları, topraktaki elementlerin rastlantılar sonucu gelişigüzel bir araya gelerek meydana getirmesi mümkün değildir. Bu misalleri akıl ve mantığımızla çoğaltıp geliştirerek düşündüğümüzde şu sonuca varırız: Kainat içindeki varlıklar kendi kendilerine, rastgele, tesadüfen oluşup ortaya çıkmış olamaz. Ben görmesem bile mutlaka her şeyi gören, bilen, kudreti sonsuz ve hükmü her şeye yeten biri var.
ŞİMDİ BİRAZ DÜŞÜNELİM
Geniş bir salonda elli tane sandalyeyi karmakarışık bir halde gördüğümüzde, "Bunları rastgele atmışlar, her biri düştüğü yerde kalmış, karmakarışık görünüyorlar" diye düşünürüz. Fakat o sandalyeler belli bir hesap, plan ve ölçüye göre salonda dizilmiş olarak duruyorsa ortada bir güzellik, nizam, intizam görülür. O zaman "bunları akıllı, hesap kitap bilen, zevk sahibi biri, emek çekerek belli bir şekle sokmuş.
Kimin yaptığını görmedik ama mutlaka bunları düzenleyen biri olmuş" deriz. Bir binanın yapısındaki taşların, tuğlaların tesadüfen bir araya gelerek kendi kendilerine o güzel nizam ve intizamı sağlayıp omuz omuza vererek düzgün bir duvar meydana getirmelerini kabul etmek mi, yoksa bir usta ve sanatkâr tarafından o taşların ve tuğlaların bir araya getirilip duvar örüldüğünü kabul etmek mi daha mantıklıdır?
Bir usta tarafından duvarın örüldüğü kabul edilmediği takdirde her bir tuğlanın hem yöneten hem yönetilen hem de maharetli bir sanatkâr olduğunu kabul etmek gerekir. Kuklaların gerisinde onları hareket ettiren, görünmeyen insan elinin varlığını düşünürüz, biliriz ve aklımızla anlarız. İnsanın, aynen kuklaları hareket ettiren, oynatan bir elin varlığını kabul ettiği gibi kâinattaki canlı- cansız her varlığı da yaratan, yöneten, sonsuz ilim ve kudret sahibi bir yaratıcının var olduğunu akıl gözüyle görüp inanması gerekir. (Gençliğin Yol Rehberi'nden, Muştu y.)
İnsan, gaflet ve şartlanmışlıkla bozulmamış kalb/akıl gözüyle kâinata bakabilirse, ondaki sanat, düzen ve plân gibi hakikatleri görür ve onların sonsuz bir ilim, kudret ve ihsan sahibi bir Yaratıcı'nın varlığını gösteren birer delil olduğuna inanır. Evet, aklımız "Allah var" diyor. O halde insan aklının sesine kulak vermeli, şartlanmışlığı bir kenara bırakıp Allah'ın varlığını tasdik etmeli.
Bugün