İslamiyet, ezelden ebede kadar gelmiş ve gelecek olan meselelere ışık tutup insanlığın karanlığını nurlandırmaktadır. İnsanlık serüveninde insanın nereden geldiği burada neler yaptığı ve nereye gideceği gibi soruları her zaman güncelliğini korumuştur.
Nübüvvet silsilesi ve takipçileri bu sorulara akıl ve vahy çerçevesinde cevaplar vererek insanların dimağına nurlu tohumları ekmişlerdir.
Vahyi devre dışı tutup her şeyi akla dayanarak açıklama gayretinde olan felsefi akımlar/izmlerse balçıkta bocalayıp durmaktalar. Salt nursuz akılla cevapla arayan izmler bir süre sonra kısır döngüye girerek tekrarlara düşmüştür.
Nurlu akıllardan vahye muhatap olan tohumlar neşv ü nema bularak âlemi bir nur halitası olarak dokumuşlardır tarih boyunca. “Ebu Hanife, Şafiî, Bayezid-i Bistamî, Şah-ı Geylanî, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi milyonlar münevver meyveler...” [1] vererek kıyamete dek nübüvvet silsilesinden nemalanan bu ve emsali nurani dimağlar, maneviyat arısı gibi işleyecektir.
Bu manevi arıların nurani ballarını yiyen ehl-i iman nur ve nurani âlemlerde olduğunu dikkat etse daha dünyada da anlayacaktır. Fecr Suresi 30. Ayeti kerimede gir Cennetime “vedhuli cenneti” denilmektedir. Dikkat edersek “gireceksin” şeklinde geniş zaman manası yok, hal-i hazır manası olan “gir” denilmekte. İşte bunun yolu dikkat kapısından geçiyor.
Akıl ne zaman vahyle beraber olursa nurlanıyor ve kainat da nur ve nurani manaları meyve veriyor. Ne zaman vahyden uzak düşerse tüm nur vahyin tüm zulmet de aklın etrafında kalıyor.
Çeşitli islami akım/mezheplerde de durum aynıdır. Aklı nakle tercih edenler her şeyi akılla izah edebilme çabasında olması illet ve hikmet şirazesini bozup akla uygun vahye ters olan beyanlar verebiliyor.
İllet ve hikmet şirazesinin kefeleri şüphesiz ki, Kitabullah, Rasulü Ekrem (asv)’ın sünnet-i seniyyesi, icma ve kıyastan teşekkül etmiştir.
Bahtiyar olmak isteyen şirazenin bu dört kefesini sağlam tutar ve aklını vahye basamak yaparak alemi nur ve nurani görür.
Selam ve dua ile
[1] Sözler (240)