Önceki yazıda, Üstadın Al-i Beyt’e mensubiyetinin, her şeyden önce, Hz. Peygamber’in (a.s.m) şahs-ı manevisine bakan bir veçhesi olduğuna atıfla “Bediüzzaman’ın seyyidliği her şeyden önce Hz. Peygamberin şahs-ı manevisi hesabına sevinilecek bir durumdur. Kevser Suresinin nüzul sebebini, keza, “ebter” iftirasına karşı “Kevser”in verilmesine dair müfessirlerin yorumlarını okuyanlar; Efendiler Efendisinin hem getirdiği hakikatler hem de mübarek nesli itibariye ne kadar bereketli olduğunu, Bediüzzaman’ın şahsında bir kez daha görebilirler. Yani Hz. Peygamber, her şeyiyle öylesine berekete sahiptir ki, 14 asır sonra bir torunu bile milyonlarca insanın imanın kurtulmasına vesile oluyor! Bu hem asırlar önce Hz. Peygambere “ebter” iftirasını atanlara, hem de getirdiği hakikatlere “ebter” gözüyle bakanlara; Bediüzzaman vesilesiyle vurulmuş bir tokat değildir de nedir!” demiştim.
Dün dikkatimi çeken ve Emirdağ Lahikası’ndan alıntıladığım aşağıdaki metinde Bediüzzaman, nur talebelerini bakın nasıl uyarıyor:
“قُلْ لاَ اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا إِلاَّ الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبٰى ayetinin nassıyla, Al-i Beytin muhabbeti Risale-i Nur da ve mesleğimizde bir esastır ve Vehhabilik damarı, hiçbir cihette Nur'un hakiki şakirtlerinde olmamak lazım geliyor.”
Bunu şunun için hatırlatma gereği duydum:
Bediüzzaman’ın şeceresiyle alakalı hummalı tartışmalar arasında, farkında olmaksızın al-i beyte mensubiyetle alakalı cümleler kurarken, tabir yerindeyse, biraz “kantarın topuzunu” kaçırıyoruz sanırım.
“Al-i Beyte mensubiyet olsa n’olur, olmasa n’olur”, “Maddi seyyidliğin ne ehemmiyeti var!”, “Said Nursi’nin seyyidliğini önemsemiyorum” v.s gibi cümleler, yukarıdaki ifadeleri nazara aldığımda çok da “iç açıcı” gelmemeye başladı.
Açıkçası, Üstadın Ehl-i Beytten olması meselesine karşı, bir Müslüman olarak yalnızca sevinmemiz gerekirken; konuyu laf cambazlıklarıyla “Kürt ırkına bir tezyif” olarak algılatan samimiyetsizlere çok da kulak asılmaması gerektiğini düşüyorum.
Zira sevgili Ahmet Ay’ın da yazısında ifade ettiği gibi, şark toprağının insanı “Onlara seyyid dediğiniz zaman canları gider, ellerinden gelse ruhlarını söküp hediye ederler seyyid bildiklerine.” Bu duruma çoğu defa ben de şahit olduğum için en ufak bir tereddüt yaşamıyorum bu konuda. Ve buradan yola çıkarak, bir kaşık suda koparılmaya çalışılan bu fırtınada, “ırkçılık” illetiyle malul birkaç Yezid ruhlu kendini bilmezin dışında, kimsenin parmağı olduğunu düşünmüyorum.
Daha da açık konuşayım:
Eğer birileri çıkıp, belgeler eşliğinde “Bediüzzaman Kürt değil Türk’tür” deseydi ve gerçek de böyle olsaydı; belki konjonktürel anlamda ve bir kısım tarihsel arka plandaki tartışmalar göz önünde bulundurularak “süreç biraz daha iyi yönetilebilirdi” denilebilirdi. Fakat bir kanaat önderinin (Nursî), kâinat hürmetine yaratılan bir zatın (a.s.m) öz be öz torunu olması ortaya çıktığında, verilen tepki sevinç yerine öfke oluyorsa, -kimse kusura bakmasın- ben iyi niyet aramam!
Hasılı, Âl-i Beyt, Türk olmak olmadığı gibi, Arap olmak da değildir. O, Hz. Peygamberin mübarek neslinden gelen ve Kur’an ve sünnete ittiba nispetinde o nesep mensuplarının maddi/manevi kodlarında açığa çıkan bir hakikattir. Ve bu hakikate, Efendimiz (a.s.m) hatırına ancak hürmet edilir.
Son bir nokta kaldı ki; o da Prof. Dr. Ahmet Akgündüz hoca üzerinden gerçekleştirilen, seyyidlik gerçeğine karşı yapılan itirazlar… Sebep olarak da Sn. Akgündüz’de var olduğu iddia edilen sözde “Türkçülük” damarı!
Bir kere Sn. Akgündüz gibi bir “Nur talebesinin”, İslam’ın böylesine reddettiği bir illete düştüğü gibi asılsız iddiaları serdetmek, yalnızca su-i zan ve gıybettir! Hayatını, “Bin sene İslam’ın bayraktarlığını yapmış bu milletin” ecdadına, sırf Müslüman olduğu için atılmış onca iftiralara cevap vermek ve lehte/aleyhte yalnızca gerçeği ortaya çıkarmak için harcamış bir ilim adamını, bu kadar hoyratça harcamak, -kusura bakmayın- ne insanlığa, ne müminliğe ne de Nur talebelerinin ittiba etmekle yükümlü olduğu uhuvvet risalesi düsturlarına uyar!
Eğer, Türk milletine karşı takdirkârane iltifatlarını “Türkçülük” olarak addediyorsanız, öncelikle doğudaki ayaklanma isteklerine karşı Bediüzzaman’ın, Türk milletine yaptığı iltifatları ve Kürd Tealî Cemiyetinin Reisi Abdülkadir gibi kimselerin kendisini kavmiyetçiliğe yönelen faaliyetlerine iştirake davetlerine karşı:
"Allahu Zülcelâl Hazretleri, Kur'an-ı Kerim'inde: "Öyle bir kavim getireceğim ki onlar Allah'ı severler, Allah da onları sever" buyurmuştur. Ben bu beyan-ı ilâhî karşısında düşündüm. Bu kavmin bin yıldan beri âlem-i İslâm'ın bayraktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine ve 450 milyon hakiki Müslüman kardeş bedeline birkaç akılsız kavmiyetçi kimselerin peşinde gitmem!”
cümlelerini hatırlayın ve bir millete iltifat etmek demenin “ırkçılık” olmadığını azıcık insaf edin ve anlayın lütfen!
Ve son olarak: Ben Sn. Akgündüz’ü çoğu eleştirenlerden daha iyi tanıdığımı düşünerek söylemeyi bir borç biliyorum: Eğer gerçekten kafanızda fikirleri, düşünceleri ve çalışmalarıyla alakalı bir tereddüt ve istifham varsa, bunu doğrudan kendisine yöneltin. Kırk yıllık bir dost gibi karşılayıp, sizi tüm dikkatiyle dinleyip düşüncelerini serdettiğini görünce, söylediklerimde çok da haksız olmadığımı bizzat müşahede edeceksiniz. Malum, Bediüzzaman’ın Şeceresi toplantısında, Hüsnü Bayram Ağabeyin yaptığı konuşmada; üstadın 60 sene önce verdiği müjdeye hem Hüsnü Ağabeyimizin hem de Akgündüz hocanın nasıl masadak olduğunu hayretle öğrendik… Demek her şey bir kader dairesinde işliyor ve kaderle takdir edilmiş; kısmetimize razı olsak ne çıkar? (Osman)