"Fakirler de muhtaçlara yardım mı edermiş?" demeyelim.
Etrafımızı kuşatan şu cansız ve şuursuz varlıkların bizim imdadımıza, yardımımıza koşmaları bundan başka bir şey mi?
Göz nedir bilmeyen, görmeyi hiç tatmamış bir güneş, kalkıyor gözümüze nur veriyor.
Açlığın ne olduğundan habersiz bir ağaç, bize meyvelerini uzatıyor.
Ne olduğunu ve nereye gittiğini bilmekten aciz bir bulut, bize yağmur taşıyor ve başımızdan aşağı rahmet yağdırıyor.
Gözümüze bir toz girdiğinde “göz nedir?,” “toz nedir?” bilmeyen bir elimiz, hemen gözün imdadına koşuyor.
Açlığı bilmeyen ayaklarımız, bizi yemek mahalline götürüyor.
İç organlarımız da tam bir yardımlaşma içindeler. Kâinattaki mükemmel yardımlaşmanın küçük, ama çok mükemmel bir misalini sergiliyorlar.
İçimiz ve dışımız böyle nice yardım örnekleriyle kaynaşıp dururken, bazıları kalkıyor, “hayatın bir mücadele olduğundan” dem vuruyorlar. Kendilerine bunun delilini soruyorsunuz, avını parçalayan aslanı, fareyi kovalayan kediyi ve onları taklit edercesine menfaat kavgası veren bir kısım insanları önünüze seriyorlar. "Buyrun", diyorlar, "bunlar mücadele değil mi?"
Önce hayvanlar arasındaki rızk kavgasına bir göz atalım:
Bir milyonu aşkın hayvan türü var. Her türün de sayılamayacak kadar fertleri mevcut. Ve bütün bu türlerin bütün mensupları her gün karınlarını doyuruyor ve açlıktan ölmüyorlar.
Burada akıllara durgunluk veren bir rızk taksimatı söz konusu. Rızkı, Allah veriyor. Şu var ki, her canlıya rızk arama duygusu veren de yine Allah.
Bunlar içerisinde otla beslenenlerde fazla bir mesai gerekmiyor. Bazı hayvanlar da etle besleniyorlar. Eğer böyle olmayıp da bütün hayvanlar sadece otla beslenselerdi, sonsuz denecek kadar çok hayvan cenazeleri ortada kalacaktı.
Aslanın parçaladığı bir ceylana bakarken şöyle de düşünmek gerekiyor aslında:
Bu ceylan bu güne kadar, ormandaki bunca vahşi hayvana rağmen hayatını sürdürdü. Bugün ise onun ölüm günüydü. Her şeye bir sebep yaratan Allah, onun ölümünü de aslanın eliyle tahakkuk ettirdi. “Her nefis ölümü tadacaktır” hükmü ceylanda bu şekilde gerçekleşti. Bir gün de o aslan ölümü tadacak ve her ikisi de yolculuklarının ilk noktalarına varacaklar ve asılları olan toprağa rücu edecekler.
Ölüm kanununun bir gereği olan bu gibi hadiseleri ölçü alarak, hayatı mücadele kabul etmek, kısır bir değerlendirme olur.
İnsanlara gelince, onlarda durum biraz farklı. Bu dünyada ahiret namına bir imtihan geçiren insanların, bu çetin imtihanda çoğu zaman kaybettikleri sorular, “adalet, merhamet, hak ve hukuk” maddeleri. İnsan, diğer insanlara merhamet edeceğine, zulmetmeye kalkışabiliyor ve bunu bir göz açıklığı, bir hüner sanabiliyor. Burada bir mücadele söz konusu olabilir. İlahi hikmet, dünya imtihanının önemli bir yönünü teşkil eden bu gibi çatışmalara müsaade ediyor. Çünkü, adaylara müdahale edilmemesi, imtihanın temel bir esasıdır.
Ancak şu var ki, insanların helal sınırını aşarak ve meşru çizgiden saparak verdikleri menfaat kavgaları, ahiretleri namına bir kaybın ifadesidir.
Zulmeden bir insan, elde ettiği menfaat ne olursa olsun, “zalim” sıfatını peşinen almış ve insanlık vasfından büyük ölçüde kayıp vermiştir. Bu kısa dünya hayatında çok az istifade edeceği ve sonunda bırakıp gideceği bu gibi cüz’i menfaatler, o kaybın yerini kesinlikle dolduramaz; ahirette verilecek hesap ve görülecek ceza da işin diğer yönü, ebediyet cephesi... Nitekim, İlahi Ferman’da haber verildiği gibi, “Kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecek ve yine kim zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.” (Zilzal Suresi, 7-8)
***
Nefis ve şeytanın insana musallat olmasıyla, insan nev’i için, kıyamete kadar sürecek ve meyveleri ya cennet yahut cehennem olacak bir imtihan başlatılmıştır.
“Hayır şer, güzel çirkin, nef’ zarar, kemal noksan, ziya zulmet, hidayet dalalet, nur nar, iman küfür, taat isyan, havf muhabbet gibi asarlarıyla, meyveleriyle şu kainatta ezdad (zıtlar) birbiriyle çarpışıyor.” (Bediüzzaman Said Nursi, Sözler)
"Hayat bir mücadeledir" diyenler, bu cümleyi, yukarıda sözü edilen manaların çarpışması kastıyla söyleselerdi gerçeği ifade etmiş olurlardı. O zaman, hayır tarafında yerlerini alır şerle mücadele ederlerdi; güzelliğe kuvvet verir çirkinliği alt etmeye çaba gösterirlerdi. Daima kemale ermeye çalışır, her türlü noksanlıktan sakınırlardı.
Ve nihayet, iman ve hidayet cephesinde bulunur, küfre, sapıklığa ve bozgunculuğa savaş ilan ederlerdi.
Bunun adına da ‘cidal’ değil ‘cihat’ derlerdi.