Alaaddin Başar'a rahmet duasıyla...
Varlık âlemi hakkında yapılan ikili tasnifler vardır: “âlem-i şehadet, âlem-i gayb,” “âlem-i mülk, âlem-i melekût,” “dünya ve ahiret” gibi. Bunlardan birisi de “âlem-i halk ve âlem-i emir” şeklindedir. Halk âlemi, emir âleminden idare edilir. Emir âleminin merkezi “Arş”tır ve “İlâhî emirlerin meleklere ilk tebliğ edildiği makam” olarak tarif edilir.
Halk âlemi gibi, emir âlemi de mahlûktur ancak bu âlem madde âlemine göre çok lâtif olduğundan bir derece perdelidir. Onun için ayrı bir isim almıştır.
İnsanın ruhu da, bedeni de mahlûktur; ancak aralarında mahiyet farklılığı vardır. Ruh emir âleminden, beden ise halk âlemindendir. Beden ruhun hanesidir ve onun emrindedir.
Bu âlemdeki bütün kanunlar da, ruh gibi, emir âlemindendir, onların tatbik edildiği sahalar ise halk âleminden. Meselâ, yer çekimi emir âlemindendir, yeryüzü ise halk âleminden. Bir ağaç halk âlemindendir, onun içinde işleyen büyüme kanunu ise emir âleminden.
“Bir de sana ruhtan soruyorlar, de ki: Ruh Rabbimin emrindendir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.” (İsrâ Sûresi, 85)
Ayette geçen “Rabbimin emrindendir” ifadesine:
“Rabbimin bileceği bir şeydir.”
“Rabbimin bildiği bir iştir.”
“Rabbimin emrindedir.”
“Kün emriyle doğrudan (ibda yoluyla) yaratılan.” gibi manalar verilmiş.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ise “emrindendir” kelimesinin “emir âlemindendir” manası üzerinde durmuş ve ruhun “âlem-i emirden gelen ve haricî vücud giymiş bir kanun” olduğunu beyan etmiştir.
***
Hz. Mevlânâ da halk ve emir âlemleri şeklindeki sınıflandırmaya iştirak eder ve şöyle buyurur:
“Taraf ve cihet halk âlemindendir, emir âlemini cihetsiz bil.”
Büyük-küçük, ön-arka, alt-üst gibi ifadeler ancak beden hakkında kullanılabilir. Emir âleminden olan ruh, maddî olmadığı için madde âlemiyle ilgili bu gibi ifadeler onun için kullanılmaz.
Mesela, masamızım üstünde bir kâğıt bulunsun. Ve biz yazı yazmaya niyetlenelim. Kâğıt da, bedenimiz de maddî birer varlık olduklarından her ikisi için de “taraf ve cihet” söz konusudur ve kağıdımız bizim ön cihetimizde bulunur.
Zihnimizde kurduğumuz bir cümleyi o kağıda döktüğümüzde, bu bilgi, “aklın neresinden gelmektedir?” gibi bir soru sorulamaz. Zira, beynin üstü altı, önü arkası olmakla birlikte, aklın ne önü, ne de arkası vardır; ne üstü ne de altı vardır.
Akıldan kâğıda intikal eden bilgiler, kanımızın kalbimizden bir başka organa intikal etmesine hiç benzemez.
Ruhun diğer bütün işleri de bedenin icraatlarından çok farklıdırlar, onlara hiç mi hiç benzemezler.