Kibir, insanın şuurunu kapatan en büyük engellerden birisidir. Şeytânın Allâh’a isyânına sebep olan karakter özelliğidir kibir ve insanı Allah korkusundan uzaklaştırır, vicdânî hassâsiyeti zayıflatır. Bu duygu, şeytânın lânetlenmesine, cennetten kovulmasına ve cehennem azâbına müstahâk olmasına sebep olmuştur. Büyüklenme ve kibir insanı dünyâda ve âhirette çok büyük kayba uğratır. Allah karşısındaki aczinin bilincinde olmaması ve büyüklenmesi, insana şeytânın durumunu düşündürmelidir.
Kur’ân’ın güzel ahlâka dâir tanımladığı özellikler arasında kibir yoktur ve birçok âyette kibirden sakınmak gerektiği konusunda insanlar uyarılır. Allah mütevâzı ve alçakgönüllü olmayı emreder, “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin.” (İsrâ Sûresi, 37) buyurur ve büyüklük duygusu taşıyan insanları sevmediğine dikkat çeker.
Dünyâ hayâtı nefsimizi eğitme fırsatımız. Büyüklenme ve enâniyet ise bu eğitim sürecinde sakınmamız gereken en önemli tavır bozuklukları. Bunların yerine koymamız gereken ise tevâzu ve alçakgönüllülük.
İnsan hep en saygın, en seçkin, en akıllı, en güçlü olmak ister. Sâhip olduğu maddî mânevî her şey onun kibrini artırır ve o diğer insanları aşağı görür. Kendisinden üstün olanları ise kıskanır, takdir etmez. Başkalarının üzerine basarak; ezerek yükselmeye çalışır.
Büyüklenme özelliği insana, üzerinde düşünmesi gereken en önemli konuları unutturur. Sâhip olduğu ve gururlandığı her şeyi yitirme endişesi yüzünden insan bir gün öleceğini, kendisini bekleyen âhiret hayâtını ve Rabbi karşısında yapayalnız sorgulanacağını düşünmekten kaçınır.
İnsan bu konuda kendisini kandırabilir, mütevâzı olduğunu düşünebilir. Gerçek anlamda tevâzu, insanın kendisinin ve sâhip olduklarının Allâh’a âit olduğunun bilincinde olmasıdır. Kur’ân ahlâkına uygun yaşanmayan tevâzu geçicidir, gösteriş amaçlıdır.
Allah’tan başka hiçbir güç olmadığını kabûllenmektir tevâzu. Başarıyı da, güzelliği de, serveti de veren Allah’tır. Her şey imtihan sebebidir. Dünyâ hayâtının gereği olan ve imtihan amacıyla verilen hiçbir şey büyüklenme sebebi olmamalıdır.
Allah Mütekebbirdir. O’nun gücü ve kudreti karşısında yeryüzünde büyüklenebilecek kimse yoktur; O, önünde secde edilecek tek makamdır. Kibir insana yasaktır; insan Rabbi karşısında aczini ve haddini bilmelidir.
Onur, üstünlük, güç ve izzet Yüce Allâh’ındır; O’na yakın olan Resûllerinin ve müminlerindir. Sühreverdî izzeti, “insanın nefsinin hakîkatini bilmesi ve dünyevî istekleri sebebiyle zelil etmeden ona ikrâm etmesi” olarak târif eder. Kibri ise, “insanın nefsini tanımayarak onu kendi yerinden daha yukarı koymaya çalışması” şeklinde tanımlar. Tam da burada izzet ve kibrin karıştırılması tehlikesine şöyle dikkat çeker:“Meskenet ve zillete düşmeden tevâzu sınırında durmak, kibir ateşinin ortasına kurulmuş izzet köprüsünde durmak gibidir.” (Sühreverdî, Avârifu’l-Maarif)
İşte o köprüde asılı sarkacın topu vurdukça kimini yücelere çıkarır, kimini aşağıların aşağısına düşürür.
Gurur, kibir ve böbürlenme îman ehline yakışmaz. Mümin büyüklük iddiasında olmadığı için, yaptığı hatâları telâfi etse bile kendisini yeterli görmez. Kusursuz olduğunu düşünmez ve bu sebeple sürekli kendisini geliştirme çabası içinde olur. Güzelleşen ahlâkından dolayı insanların sevgisini kazanır. Ve Allâh’ın dilemesiyle hem dünyâsını, hem de ebedî âhiretini…
“Yüzü yerde olanı Allah yükselttikçe yükseltir, kibre girip çalım çakanı da yerin dibine batırır.” (Sâdık u Masduk)
(Hanımefendi Dergisi)