Ali’nin Şecâati, Hamza’nın Azameti,
Nur’un Büyük Serveti; Kahraman Ali Uçar,
Dava adamı olmuş, davası önce boşmuş,
Hacı Mirza, Risaleyle; gelip imdada koşmuş.
Hakîkati bulunca; dalgalanmış ve coşmuş,
Kana-kana nûş etmiş, sanki Nurdan sarhoşmuş.
Tanıyınca Nurları, havalanmış durmamış,
İdealleri Büyük!... Burda karar kılmamış.
Duymalı demiş Dünya; Bu Ulvî Hakîkati,
Sarsıyor tüm cihanı; Âhirzaman dehşeti.
Almanya mesken oldu, başladı tebliğine,
Kiliseler, Camiler, geçti kürsü yerine.
Dört yüz Konferans verdi, bir yılda dile kolay,
Duymamıştı Avrupa, dünyada böyle olay.
Dolaştı gece-gündüz, duyurdu Hakîkati,
Kazanılmış değerdi, bu dünyada serveti.
Hayatı düzenliydi, Programa tâbiydi,
Örnek yaşayışıyla, Saygıdeğer Abiydi.
Ağbeylere saygılı, yanlarında durmuştu,
Onlarda, Hakîkatten numuneler bulmuştu.
Almanya, İngiltere, meskenleri olmuştu,
O uzak ülkelerde, dost, kardeşler bulmuştu.
Yıllarca gidip-geldi, şevk ve gayretler verdi,
Ulvî Davamız için; Çok Değerli değerdi.
Veremedik yanına, birkaç Cevval genç kardeş,
Yetişsinler yanında, yolunda olsun yoldaş.
Takdîr nedir bilmedik, zannettik ki; şımarır,
Başkalarında olsa; bu değerle kıvanır.
Geldi döndü Yurduna, çekildi kabuğuna,
Kur’ân-Cevşen öğretti, mahallin çocuğuna.
Hasret kaldık, Ülkemizde O Ağabey yüzüne,
Şecâatle haykırdığı, O Risale Sözüne.
Duyduk bir gün Şehit düşmüş, o gurbet ellerinde,
Şehadete âşina, O Bayram Ağbeyinle.
Dur-durak bilmeyene, yolda bir durak konmuş,
O Duraktan Burak’la; Cennete Uçuyormuş.
Güle-güle git Ağbey, Hizmetin itmam ettin,
Güzel bir çığır açıp, her bir dilde serdettin.
Şimdi Elli Dil oldu, Nurun tercümeleri,
Her dilde okunuyor, Hakîkat delilleri…