Anadolu'muzda adında 'Veli'lik olan dört büyük bilgeden biridir O. Diğerleri, Hacı Şaban-ı Veli, Hacı Bayram-ı Veli ve Bayezid-i Veli'dir.
Menakıbnameler, bilgelik göğümüzün büyük yıldızı Hacı Bektaş-ı Veli'nin Nişabur doğumlu olduğunu söyler ama, O'nun manevî toprağı Yesi'dendir. İrfani hayatı o kaynağa uzanır ve İslam topraklarının çoğuna ayağı değdikten sonra kademi, dünyanın inisiyatik merkezlerinden olan Anadolu'ya gelir, kökleşir. O'nun aslı sudandır. Makalat'ında beyan ettiği üzre, irfan ehli sudan gelir. Her şey aslına dönermiş. O, sudan gelmiştir ve suyun sırrına karışmıştır.
Su, mecazi anlamı bakımından, Peygamberimiz'in temiz ve kutlu ev halkıdır.. Kainatta, Tuğrul İnançer hocanın belirttiği gibi, hem temiz hem temizleyici tek şey vardır: su. O'nun kutlu soyundan gelen bilgeler su gibidir. Rengi ve kokusu olmaz onların. Şekli, biçimi yoktur. Girdikleri kabın rengini alır, Allah'ın boyasıyla boyanırlar. Kendilerini terk etmişlerdir. Kişisel algısını silen, egosunun sınırlarını terk eden büyük veliler, kendilerinde İlahi Hakikat'in belirmesiyle birlikte, saf bir aynaya, dönüşürler. Hacı Bektaş-ı Veli de, Efendimiz'in kutlu neslinden gelen bu büyük bilge de, Hakk'ın saf ve temiz bir aynasıdır. Prof. Dr. Esad Coşan'ın çevirisinden okuduğumuz Makalat'ı da bize söyler ki, Hacı Bektaş-ı Veli, çağının manevî çekim merkezi (Kutb), imam ve temsilcisidir.
Yesi'nin bereketli toprağından esen bir seyyit rüzgârı, o kutlu beldeden yayılan bir gül kokusudur. Her velinin özel bir kokusundan söz edilir. Umulur ki Hacı Bektaş-ı Veli, Efendimiz'in sembolü olan kırmızı gül gibi kokuyor olsun. O koku, 'mahiyeti nur hüviyeti nuranî olan' Efendimiz'in nurundan gelmektedir. Bilgeler, Efendimiz'in hakikatinin açılımından ibarettir. O'nun olgun vârisleri olarak, Muhammedî hakikati kendi çağlarında temsil ederler. Bu temsil gerçeğindendir ki, onlarda Peygamberimiz'in ahlakı belirir. İnsanlık için bir sığınak ve liman, bir güvenlik ve esenlik yamacı, bir hakikat mağarasıdırlar. Onların hasret yaylasına çıkanlar o İlahi neşeyi tadanlar bir daha geri dönmek istemezler. Hacı Bektaş-ı Veli, kendi çağında dünyayı tutan sütunlardandır. Uzun, bereketli ve çileli bir manevî yolculuğu vardır. Gittiği her beldede çileye girmiş, her seferinde kırk gün halvet olmuş, nefsine verilen hakikatlerin soluğuyla insanlığa seslenmiştir. Bu, Hz. Musa'nın Tur Dağı'nda geçirdiği kırk güne benzer, Efendimiz'in Hira'da yaşadığı kırk özel günün sırrındandır. Bu rakamlar anlamsız değildir. İbn Arabi, "abdiyyet" denilen saf ve mutlak kulluk halini anlatırken, şöyle der: "Bu makama eriştirilenlerde Rububiyyet vehminden herhangi bir eser kalmaz. Zaten Allah, nefsinde Rububiyyet vehminden bir eser kalmayana Rububiyyet'in sırrından bir elbise giydirir." Bu katışıksız kulluktur. Ona ubudet denir. İbadet, kulluk formlarıdır. Namaz, zekât, oruç, hacc gibi. Ubudiyet, ibadetlerin bir kimsede süreklilik kazanmasıdır. Ubudet ise, bir insanda ubudiyet halinin sürekli galebesine denir. Hacı Bektaş-ı Veli, böylesi bir olgun veli, bir irfan ehli, bir Allah aşığı, bir bilge ve abdaldır. Allah, olgun velilerden seçtiği bir kulunu saf kulluk düzeyine yüceltir ve kendi zamanında arzı tutma, onu temsil etme, manevi düzeni koruma ödevini ona verir. O'nu yanına aldığında bir başkasını yerine getirir, onunla değiştirir. Bedel kelimesi bunu ima eder. Abdal, bedel edilen demektir.
Hüseyin Özbay'dan öğreniyoruz ki, 'Bektaşilerin Velayetname (Vilayetname) dedikleri eserde, Hacı Bektaş-ı Veli efendimizin hayatına, soyuna ilişkin sahih bilgiler' bulmak mümkündür. Yeniçeri Ocağı'nın kuruluşunda görev aldığı biliniyor. Osmanlı Devleti'nin temellerini atan, Osmanlı'yı inşa eden Orhan ve Osman Gazi dönemlerinde etkin bir konumdadır. Baba İshak ve bilhassa Ahmed Yesevi'den manevî dersler almış, onlara halifelik yapmış, meclislerinde bulunmuş, manevi yolculuğuna onlarla başlamıştır. Pir'in 13. yüzyılda yaşadığı bütün kaynaklarda belirtilmektedir. Doğum ve ölüm tarihleri kesin değildir, lakin 1270'li yıllar olarak belirtiliyor. Öğrenim yaşamının bir bölümü Horasan'da geçmiştir. Anadolu'ya kırklı yaşların başlarında, Moğol istilasının ilk zamanlarında geçtiği belirtiliyor. Menakıbnameler, Pir'in, Horasan'dan çıktıktan sonra ilkin Necef'e geldiğini bildiriyor. Burada Hz. Ali'nin türbesinde kırk gün çileye giriyor. Ardından Mekke'ye gidiyor ve yaklaşık üç sene burada kalıyor. Yolculuğun devamında ise, Şam, Haleb ve Kudüs bulunuyor. Yunus Emre, Lokman Perende ve Hz. Mevlânâ ile görüşmeleri oluyor. Bilindiği üzere, Ahmed Yesevi, Yusuf Hemedani'nin halifelerindendir. Yusuf Hemedani ise, Peygamberimiz'in soyundan gelen ve tasarrufunun devam ettiğine inanılan büyük bilge Harakani Hazretleri'nin dört büyük halefinden biridir. Çığır, oradan Bayezid-i Bistami'ye ulaşır. O damar, ilahi aşk şarabıyla sermest olmuş değerli bilgelerle doludur. Hem seyyid hem şerif olan Harakani Hazretleri'nin zengin irfanı o damardan akarak Anadolu'ya, Pir Hacı Bektaş-ı Veli aracılığıyla ulaşır.
Hacı Bektaş-ı Veli, yine umulur ki, İlahi Hakikat'in hem dikey hem yatay boyutlarını, ahlakı ve tefekkürüyle Anadolu'nun muhtaç iklimine bir rahmet yağmuru halinde inişi için zorunludur ve bu tarihsel görevi, Hz. Pir, bihakkın yerine getirmiştir.
Fütüvvet denilen ve sonradan Ahi teşkilatlarına varlık kazandıran isar geleneği de O'nunla olgunlaşmıştır. Fütüvvet ahlakının özünde, insanın nefsinden çok ötekini öncelemesi ilkesi yatar. Bu öğreti, Ahilik'in de temelini oluşturur. Hacı Bektaş-ı Veli, Fütüvvet ahlakının kusursuz bir temsilcisidir. Çeşitli şehirleri gezdikten ve seferini Anadolu'da, özel görevi için tamamladıktan sonra Kırşehir'e yerleşir. Bugün aziz bedeni, Hacıbektaş ilçesini onurlandırmaktadır. Kendisinden bugüne kalan en büyük kitabi miras, Makalat adlı eserdir. İslam bilgeliğinin bir özeti olan eser dışında, Pir'in kısa bir Şathiyye'si ve Besmele Tefsiri bulunmaktadır. Besmele Tefsiri, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yayınladığı Alevi-Bektaşi Klasikleri arasında yer almaktadır.
Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri'nin Makalat'ı on bir bölümden oluşur ve şunları konu alır: Marifet'in Aslı, Şeriat'ın Makamları, Tarikat Makamları, Marifetin Makamları, Hakikatın Makamları, Marifetin Bilinen Cevabı, Şeytanın Halleri, Adem'in (as) sıfatları, Adem'in Sıfatı...Varidat biçiminde kalbe gelen ve Kur'an'ın hazinelerinden alınmış olan eserin bir yerinde şöyle der: "Nefis zalim, can muktesit, gönül sabıktır. Dünyada kimi adaletli, kimi zalim ve birbiriyle kavga eden beyler var. Vücutta da bir akıl ve bir heva var. Aklın da hevanın da ellibeş askeri var. Fakat akıl askeri; düzen ve temkindedir. Aklın subaşısı ilhamdır, hevanın subaşısı vesvesedir. Bu ikisi de her gün savaşırlar. Ne zaman ki akıl askeri heva askerini yenerse, o ten ve can Yaradan katında aziz olur. 'İnsanoğlunun içinde bir et parçası var. O et parçası düzelirse bütün bünye düzelir. O et parçası bozulursa bütün bünye bozulur. İşte o kalptir.' Ne zaman ki heva askeri, akıl askerini yenerse, o ten ve can Yaradan katında hor olur. Allah katında din, şüphesiz İslam'dır."
Alevi-Bektaşi geleneğinden olanların, Hacı Bektaş-ı Veli'nin öğretisi ile ilişkileri, modern zamanlarda örselenmiştir. Noksani, Edip Harabi, Seyyid Nesimi, Yunus Emre gibi bilgelerin öğretisi ile, modern zamanlardaki Alevilik algısı arasında beliren boşluğa ilişkin öncelikle Alevilerin bizatihi kendilerinin düşünmeleri, bu sorunu sorgulamaları gerekiyor. Manevî içeriğinden boşandırılan, ötekileştirici, ayrıştırıcı, seküler, politize olmuş, hatta 'Ali'siz' bir Alevilik algısıyla örneğin Hacı Bektaş-ı Veli'nin öğretisi arasında yeniden kurulacak sahih bir ilişki, hem Aleviler hem Alevi olmayanlar açısından son derece hayırlı olacaktır.
Zaman