Daha doğar doğmaz başlar alışkanlıklarımız. 0-6 yaş alışkanlıklarımız en sürekli ve en zor değişir olanlarıdır. Bazıları hayatımız boyunca bizi tutsak alırlar; ensemizden kolay kolay inmezler.
Alışkanlıklarımız olumlu hayatımızın en büyük engelleridir. Aklımızı, irademizi ve hatta olumlu duygularımızı bile görevlerinden alıkoyarlar. Deyim yerindeyse, onlar çepeçevre bizi saran ve özgürce davranışlarda bulunamayacağımız bağlarımız ya da dışarıya hiçbir şey sızdırmayan hapishanelerimiz.
Belli bir dönemde bunların farkında olmayız belki. Ama yaratılış gayemiz olan kendimizi tanıma noktasına geldiğimizde, özgürlüğümüzü alıp götüren bu otomat davranışlarımızı bilmek, tanımak, farkında olmak durumundayız. Öyle ya, irademizin rol almadığı bir davranışımıza nasıl sahip çıkabiliriz? Yani bu tür bir davranışla benim diye nasıl diyebiliriz?
Alışkanlıklarımız doğrulara, doğru davranışlara, doğru kararlara ulaşmamızda ve güzel niyetlerimizin gerçekleşmesinde en büyük engeller.
Alışkanlıkların kimi fizyolojik ve kimi de psikolojiktir. Her iki türü de aşılması zor engellerdir. İçkiyi alma durumunda bir alkolikten olumlu davranışlarda bulunmasını bekleyemeyiz. Bir öfke nöbetine tutulan birinin davranışları da itidal düzeyinde olamaz. Her ikisi de kötü alışkanlıkların tutsağıdır. Gerek organik ve gerekse duygu düzeyindeki alışkanlıklarımız var diye kendimizi onların zincirleriyle bağlayamayız.
Birçok alışkanlıklarımızda bizim rolümüz olmayabilir. Ne olursa olsun, farkına vardığımızda onlarla girişeceğimiz mücadele, bizim uyanıklık ve bilinçliliğimizin en büyük kanıtı olur. Bilinçlilik kendimizi bilmenin en büyük belirtisi ve her insan için arzu ettiği vazgeçilmez bir amaçtır. Bu böyle olunca bizi tutsak alan alışkanlıklarımızdan kurtulma çaremiz de var demektir. Alışkanlılarımız ne denli katı olurlarsa olsunlar, onları yumuşatabiliriz. Yumuşak tomurcuğun sert betonu nasıl delip gün ışığına çıktığına şahit olmayanımız yok. İyi niyet ve kararlılığımızla göstereceğimiz çabayla da alışkanlıklarımızın yoğunlaşmış katılığını kırıp özgürce nefes alabiliriz.
Herkesin uygulayabileceği bir küçük yöntem: Bir şeyi farklı yaparak eski alışkanlığımızın yerine başka bir şeyi yerleştirmek. Mesela, her sabah çay içme alışkanlığımızı bazen süt ya da başka bir şeyle değiştirebiliriz. Bunu yinelediğimizde, sabah kahvaltısında çay benim vazgeçilmez tutkumdur diye özgür davranışlarımızın önüne çıkan bu katı alışkanlık engelini yumuşatmış oluruz. Bunu sıradan alışkanlıklarımıza uygulayarak çevremizde oluşan bu zinciri kırabiliriz.
Katı tutumlar hayatın esnekliğine engeldir. Oysa hayat son derece esnek, rahat, stressiz ve yumuşak olmaya değer.
İnsan, düalist bir yaratık; bir olumlu yanı ve bir de olumsuz yanı var. İnsanın bir yıkıcı duygusunun yanında bir de yapıcı duygusu var. Yani bizim hayatımızı allak bullak eden yoğun yıkıcı bir duygumuz varsa, ona panzehir olacak bir başka duygumuz da vardır. Önemli olan bunu bulup çıkarmaktır. Bu ise bir gayretin sonunda olur. İnsan, bu tür mücadelelerden sonra olgunluk düzeyini yakalayabilir. Bunu tam tersi atalettir, uyuşukluktur ve bilinçsizliktir. Bilincimizin olmadığı hiçbir davranış bizim değildir ve bütün içten, ihlaslı davranışlarımızda bilinçlilik vardır. Bilinçlilik, ana formül olarak bütün alışkanlıklarımızı ortadan kaldırarak hayatın dengesini kuran önemli bir araçtır.
Yapılan araştırmalara, özellikle Budist hocalarına göre 84 bin yıkıcı ve acı verici duygu var insanda. Ama buna karşılık bunların yerini alabilecek bir bu kadar da iyileştirici, yapıcı ve rahatlatıcı duygu var. Zehir varsa, panzehiri de var. Aksi halde insan özgürlüğünü koruyamaz. Demek insanın görevi, belki en önemli görevi bu güzel yanlarının farkında olmasıdır. Elbette bu güçleri bulmak bir çabanın sonunda gerçekleşir.
Bir duygunun olumlusu yoğun olarak bizde varsa, artık onun olumsuzuna yer yoktur. Psikolojide temel bir ilke var: Olumlu bir beyinsel durum, yani niyet ve kararlılık, zıddı olan yıkıcı bir duyguyu bastırma, etkinliğini kırma eğilimindedir; biri yaşarken diğeri yaşayamaz (Duyguların Simyası (Alfa): 228 ).
Bu ilkenin daha değişik; ama daha anlamlı ifadesini Bediüzzaman Said Nursîde de görüyoruz. Muhabbetin zıddı, düşmanlıktır. İkisi de insanda var olan duygular. Ama muhabbet, eğer bir kalpte yoğun olarak bulunursa, bu takdirde düşmanlık mecazî olur, yani acımaya dönüşür. Eğer düşmanlık bir kalpte yoğunlaşırsa, bu durumda da muhabbet mecazî olur, yani yapmacık olur (Mektubat (2005-Y.A.N.): 444, 22.Mektup). Birbirine aykırı duygular da böyledir. Mesela, tevazuun yoğun olduğu yerde kibir olmaz; aynı tonda cömertliğin olduğu yerde cimrilik ve cesaretin olduğu yerde de korkaklık olmaz. Bunların tam tersi de mümkün.
Bu güzel huyları nasıl elde edebiliriz? Elbette onları özümseyerek, uygulayarak ve yerinde kullanarak
Kötü alışkanlıklar ve duygular varsa bizde, mutlaka onların yerini alacak başka duygularımız da vardır. Elbette alışkanlıklarımız kolay kolay uzaklaşmaz bizden. Yıllarca bize yapışmış olarak bizimle hayat sürüp gitmişler. Paslı çivi haline gelmişler; çıkarmaya çalışsak, bazı izleri bizde kalma ihtimali çok. Ama ne olursa olsun bunlarla mücadele etmek bile olgunluk yolunda bir ivme kazandırır bize. Bizim rolümüzün olmadığı kötü alışkanlıklarımızı başka bilinçli davranışlarımızla değiştirmenin sevabı ve ödülü o nispette de büyüktür.
O halde hiç kimse, ben artık bu alışkanlığa müptela/tutulmuş oldum, ne yapayım diye içindeki iyi potansiyelini yok sayarak kötü alışkanlıklarını sürdürme mazeretine sığınamaz. Alışkanlıkların baskısından kurtulma çaremiz var. İyi davranışlarımızı kötü davranışlarımızın yerine koyarak yavaş yavaş hayatımızın bilinçlilik dengesini kurabiliriz. Elbette birden olmaz. Biraz sabır gerekir. Hiçbir iyi niyet de karşılıksız olmaz.