Dünyanın sayılı büyük şehirlerinden olan İstanbul, son yılların en büyük sel felâketine maruz kaldı. Aslında İstanbul ve ‘sel’i bir arada düşünmek zor, fakat bazen akla gelmeyenler başa geliyor. Sel baskınları denince akla daha ziyade Karadeniz bölgemiz gelir, ancak dün sabah saatlerinde İstanbul İkitelli’deki görüntü Karadeniz’in derelerini hatırlatıyordu. Hatta ve hatta, Havalimanı-TEM bağlantı yolundaki sular, Ardeşen’deki Fırtına Deresininden daha güçlü akıyordu.
İkitelli’deki felâketi görmeyenlere anlatmak kolay değil. Tıpkı Çatalca ve Silivri’de olduğu gibi yüzlerce araç sürüklendi. Meydana gelen maddî hasarın tesbiti de her halde günler alır. Gazetemizin merkezi de ‘felâket bölgesi’nde olduğu için yaşananları yakından görme imkânımız oldu. Felâketin duyulmasıyla birlikte telefonlarımız susmadı.
Elbette bu felâketin sorumluluğunu bir kişi ya da bir kuruma yüklemek mümkün değil. Belki de yüzlerce kişi ve onlarca kurumun tedbirsizliği bu felâkete kapı açtı. Bir adım daha ileri gidip, felâketin sorumlusunun ‘sistem’ olduğunu da söyleyebiliriz.
Bu öyle bir ‘sistem’ ki, yeri geldiğinde Karadeniz’de; yeri geldiğinde İstanbul’da ve yeri geldiğinde Çatalca’da insanların ölmesine sebep oluyor. Bu ‘sistem’in temelinde daha çok kazanma hırsı var. İkâzları dikkate almayan, ‘Ben yaptım oldu’ diyen bir anlayış aynı zamanda. Bu anlayış depremde de, selde de, yangında da kendisini gösteriyor.
Bakınız, 10 yıl önce büyük bir deprem felâketi yaşandı. Depremin ilk gününden itibaren ‘Bundan sonra gerekli tedbirler alınacak’ yollu açıklamalar yapıldı. Nitekim, yeni yapılan binalarda deprem ihtimali hesaplanarak daha sağlam binalar yapıldı. Fakat felâket sadece depremle gelmiyor ki! Depreme karşı kısmî de olsa tedbir alan ‘sistem,’ sel felâketini hesaplayamadı.
Uzmanların açıklamalarına göre, felâketin yaşandığı İkitelli bölgesinde normal zamanlarda Eylül ayında metrekareye 45 kilogram yağmur düşüyormuş. Dün aynı bölgeye sadece bir saat içerisinde 90 kilogram yağmur yağmış. Bu şu demek: Bir aylık yağmurun iki katı, sadece bir saatte yere inmiş. Meydana gelen felâketin büyüklüğünü anlamak için sadece bu rakam bile yeterli olsa gerek.
Aynı bölgede 1990’lı yıllarda da benzer bir felâket yaşanmıştı. O günde bu güne gerekli tedbirlerin alınmadığı ve aksine dere yataklarının daraltıldığı, kısmen de kapatıldığı anlaşılıyor.
Asıl soru şudur: Yatağında yol bulamayan derelerin ‘prestij yolu’ olarak ilân edilen Havalimanı-TEM bağlantı yolunda çağlaması acaba Türkiye’yi ve İstanbul’u idare edenleri harekete geçirmeye yetecek mi?
Felâket sonrası bazı insafsızların eşya yağmalaması da, maddî felâketten ziyade manevî bir felâketle karşı karşıya olduğumuzu da hatırlattı. Kalplere ‘yasakçı’ koyamayan sistem utansın!
Sel sularına kapılarak vefat edenlere Allah’tan rahmet ve mağfiret dilerken, daha büyük felâketlerden koruması için yine Allah’a sığınalım.
Yeni Asya